Amsterdam’a son gidişimden bu yana çok zaman geçse de aklımdan çıkmayan birkaç yer beni yine gitmem için içten içe çekiyordu. Bunlardan biri diğer yazımda da yer ayırdığım De Koffieschenkerij, bir diğeri ise az kalsın havalimanına geç kalmama neden olan Dignita Hoftuin’di. Tabiki Amsterdam’ın kanallar ve köprüler şehri olması da ayrıca bir etken. Bazı okuyucularımın aklından geçen bir diğer neden de yakışıklı Hollandalılar olsa gerek:) İkinci gidişim olduğundan bu yazımın daha çok yeme-içme rehberi gibi olduğunu baştan söylemeliyim, zira bu sefer gitmeden önce görülecek yerler notları değil, nerede kahvemi içeceğim,yemek nerede yiyeceğim gibi notları aldım:)
Amsterdam’a vardığımda beni yağmurlu bir hava karşılıyor. Havalimanından otobüse binerek otelime çok yakın bir mesafede inecekken 1 durak öncesinde inip yolumu uzatıyorum, umarım günün ilk ve son şanssızlığı olur. Otobüslerde temassız kredi kartı seçeneği gelmiş, hem binerken hem de durağa geldiğinizde inerken okutuyorsunuz.
Owl Hotel konumu itibarıyla Vondelpark’a çok çok yakın. Zaten en çok konumunu beğendim ancak odadan pek memnun kaldığımı söyleyemem. Yine de 2 gün için kalmak çok sıkıntı yaratmadı.
Amsterdam’da En Meşhur Waffle Dükkanı
De Koffieschenkerij’ gitme fikriyle odadan çıkmadan önce Hollanda’da yaşayan kardeşini sık ziyarete gelen bir arkadaşıma önerilerini soruyorum. Önerilerinden van Wonderen Stroopwafels yolumun üstünde, hem kahveden önce bir waffle atıştırsam fena olmaz sanki. Amsterdam haftasonu olması ve çok sonra öğrendiğim Amsterdam Dance Event nedeniyle oldukça kalabalık ama şikayetçi değilim, sonuçta özlemişim.
van Wonderen Stroopwafels önünde sıra var ama beklenmeyecek kadar değil, otelden çıkarken dinen ve aniden tekrar bastıran yağmurun etkisi de olabilir. Fazla turistik gözükse de içerisinin dizaynı ve kokular beni çekiyor. İçerisi küçük olduğuna bakmayın sıra çabuk ilerliyor. Waffle dediysem bizim usül waffle’lardan sanmayın. Böyle incecik hani paketlerde de satılanlar var ya onlardan, ama burada taze yapıyorlar ve üstüne farklı çikolata çeşitleri, fındık vb. koydurabiliyorsunuz. Ben kasadaki kıza onun tercihini soruyorum, biraz düşünse de lotus bence diyor; onun önerisiyle lotus kurabiyeli olandan alıyorum. Yemesi biraz meşakkatli ama yüzüm ellerim minimum düzeyde çikolatayla hallediyorum.
Amsterdam’da En Güzel Kafe
Bir sonraki durak yağmura rağmen De Koffieschenkerij; herkes de buraya sığınmış olacak ki kasada bana burada oturmayı düşünüyorsanız siparişten önce yer bakın, çünkü sanırım yok diyor. İlk gidişimde oturduğum üst kat dolu, umutsuzca iniyorum bir de girişteki salona göz atıyorum; o sırada birileri kalkıyor. Masa 4 kişilik olduğundan bizim Türkler olsa kesin beni oturtmaz ama buradaki servis elemanı çok şanslısınız demekle yetiniyor. Sabahki durak şanssızlığımı burada telafi ediyorum sanırım. Hal böyle olunca ben de masayı paylaşabilirim soran olursa diyorum. Yani bu güzel mekandan niye diğer insanlar mahrum kalsın.
De Koffieschenkerij‘de güzel bir uygulama yapmışlar, QR kodlu menüden rahatça sipariş verip ödemeyi de telefonunuzdan hallediyorsunuz. Ben siparişimi verdiğim anda iki kişilik bir masa boşalıyor, oraya geçiyorum ve kendimle baş başa insanları izliyorum. Havanın güzel olduğu zamanlarındaki hissi yakalayamasam da yine de keyifle elmalı payımla yulaf sütlü cappuccino’mu bitiriyorum.
Amsterdam fiyatları en son İspanya’ya yaptığım seyahatten sonra çok pahalı hissettiriyor. Kahveler 3 Euro’dan başlıyor, yemekler 10-15; iyi ki burada kalışım çok uzun değil diye düşünüyorum.
Çıktığımda yağmur hala devam ediyor. Red Light bölgesini geziyorum, artık gözüm neyi göreceğine alışık olduğundan vitrinlerden gözümü kaçırmıyorum. Zaten bir şekilde bu sefer çok da rahatsız edici görüntülere denk gelmiyorum. Damrak civarlarındayken bir anda yağmur hızlanıyor, üstüm başım şemsiyem olmasına rağmen ıslanınca kendimi bildiğimiz markaların mağazalarını gezerken buluyorum. Ürünler Türkiye ile benzer fiyatlarda olunca ve çok da farklı bir şey gözüme çarpmayınca sadece mağazaları gezip çıkıyorum.
Amsterdam’da En iyi Kokteyl
Yağmur biraz azalınca yemek için yine arkadaşımın önerisi Ter Marsch&Co‘ya gidiyorum. Karnım da waffle ve elmalı paydan sonra çok aç olmayınca sadece tatlı patates ve kokteyl tercih ediyorum. Tatlı patates ilk başta soslarıyla iyi gitse de bu kadar tatlı üstüne zamanla bayıyor. Ama kokteylim Pornstar Martini nasıl da lezzetli anlatamam, ben bu lezzeti daha önce neden hiç denememişim? Benimle ilgilenen kadın personel memnun kaldınız mı deyince kokteyle bayıldığımı itiraf ediyorum, kendisinin de favorisi olduğunu söylüyor. Çok doğru bir tercih yapmışım. Mekandan çıktığımda yağmura eklenen rüzgarın da bana verdiği üşümeyle odama dönüp kalan günlerim için araştırmalarımı yapıyorum.
Amsterdam’da Kahvaltı ve Kahve Durakları
Sabah günüme benim de yazarlarından biri olduğum Spottedbylocals uygulamasından bir lokal önerisiyle Uncommon‘da başlıyorum. Otelime çok yakın olması da tercihimi etkilemedi değil. Uncommon sade ve beyaz tasarımıyla iç açıcı. Kruvasanı lezzetli, kahvesi de hiç fena değil. Lokaller buraya evlerine götürmek üzere Pazar sabahı kahvaltıları için sadece atıştırmalıklar almaya da geliyor.
Kahvaltım ardından köprüler ve kanallar çevresinde bir sokaktan diğerine başıboş gezmeye başlıyorum. Tam da istediğim Amsterdam gezisi bu. Havanın renkleri sabahın erken saatlerinde çok güzel, adeta mora çalıyor. Yağmur ertesi etkisi buysa adeta yağmur yağdığına şükredeceğim.
Daha önce girip beğendiğim Anne Frank House’un önünden geçiyorum. Kanal turu mu yapsam diye düşünürken daha güneşli bir Amsterdam gününe bu aktiviteyi bırakmaya karar veriyorum. Bu sırada manzarası için bir lokal önerisi olan Cafe’t Smalle‘nin oralarda olduğumu fark ediyorum ve rotamı bu kafeye çeviriyorum. Şansıma kanalın kenarındaki masalardan biri boş. Kahvemi ısmarlayıp kanaldaki kuğuyu, sabah minik teknesine atlayıp giden yaşlı teyzeyi izliyorum. Arada da gözüm yan masada kahvaltısını edip güneşin tadını çıkaran tatlı çifte kayıyor. Mükemmel bir Amsterdam sabahı derken güneş bulutların arkasına saklanıp hafiften yağmur çiselemeye başlıyor. Kimin nazarı değdi, kimin?
Yağmurda da keyifli kent ama çok yağmadığında ve rüzgar olmadığında. Yine şehir ve insan manzaralarının tadını çıkararak Dignita Hoftuin‘de eskiden bulduğum huzuru tekrar yakalar mıyım diye yola koyuluyorum. Yolda Dam Meydanı’ndan geçiyorum ancak eskiye göre oldukça cansız geliyor, belki de saat henüz erken.
Pazar günü olması sebebiyle herkes Dignita’ya brunch’a gelmiş, kapıda sıra var. Artık insanlara tek başıma geldiğimi söylemekten çekinmiyorum. Oturup sadece kahve içcecekken, yan masada çok güzel gözüken kocaman bir pancake siparişi de veriyorum. Pancake oldukça lezzetli ama neredeyse yarısı tabakta kalınca keşke tek başıma olmasaydım diyorum.
Dignita Hoftuin’den dönerken bir parka rastlıyorum, sonbahar renkleri ve güneşten vuran ışık huzmeleri ile çok güzel bir görüntü veriyor. Burada içinde konserlerin düzenlendiği kilise Stadsherstel de yer alıyor.
Öğleden sonra daha önceki gelişimde evinde kaldığım arkadaşımla buluşacağım. Otele dönerken Max Euweplein‘den geçiyorum, burada yer alan Rembrandts Deneyim Merkezi yine turistler tarafından tercih edilen yerlerden, kalabalık duruyordu. Hard Rock Cafe de Max Euweplein’de yer alıyor.
Otele uğrayıp ardından Vondelpark‘ta uzun ve keyifli bir yürüyüş yapıyorum. Pazar günü insanlar köpekleri, çocuklarıyla yürüyüşe ya da koşmaya gelmişler, herkesin keyfi yerinde gözüküyor. Avrupa’da imrendiğim şeylerden biri mutlu insanlar…
Hava güzel olsa Vondelpark içinde piknik masaları şeklinde oturulabilecek kafeler de oldukça hoş. Peki tam da şu an Vondelpark içindeki kafelere haritadan bakarken Dignita’nın bir şubesinin de Vondelpark arkasında olduğunu görmem, tabiki diğer şube gibi bir bahçe içinde olmaması eksi ama brunch için bu civarda da kesinlikle iyi bir opsyion olur.
Vondelpark’tan Müzeler Bölgesi’ne giderken ara sokaklarda lüks markaların vitrinlerine göz atıyorum. Müzeler Bölgesi oldukça kalabalık, şöyle bir turluyorum. Müzelere girecekseniz önceden bilet almanızı tavsiye ederim, özellikle Van Gogh gibi popüler olanlara. Arkadaşımın eşi ve çocukları o sırada bilet almak isteyince maalesef yer bulamamışlar. Van Gogh Müzesi yanıbaşındaki açık markette hem el işi güzel hediyelikler hem de karnım tok olmasına rağmen beni çağıran kokular var. Neyseki hiçbir şey almadan ve yemeden ayrılıyorum.
Arkadaşımla Van Gogh Müzesi karşısındaki Blushing‘e gidiyoruz, civarda puanı en yüksek ve en yakın kafe o gözüküyor. Tatlıları çok güzel vitrinlenmiş olsa da burada da kendimi tutuyorum ve sadece çay içmekle yetiniyorum.
Amsterdam’da Yemek Marketi
Akşam yemeği içinse Foodhallen’a gidiyorum. Foodhallen’a giderken kanal kenarında piknik masa temalı barlardan Dapper ilgimi çekiyor ama bu hava benim dışarda oturmam için müsait değil. Jacob Van Lennepkade Caddesi üzerinde ayrıca farklı şık restoranlar da mevcut.
Foodhallen‘a girdiğimde aslında buranın sadece yemeğe değil, kültüre de adanmış bir yer olduğunu fark ediyorum, Food Hallen’dan önce FilmHallen bölümünde sinema salonu var mesela. Foodhallen ise Avrupa’da alışık olduğumuz, yemek tezgahlarının bulunduğu kapalı marketlerden. Burada her tarz mutfak mevcut, önce şöyle bir turluyorum, en çok tercih edilenleri anlamaya çalışıyorum. Nereden yemek alırsanız alın istediğiniz yerde oturabiliyorsunuz ama her yer bir şekilde dolu.
The Butcher‘dan hamburger söylüyorum, bekleme süresi biraz uzun, 10-15 dk. Neyseki yakışıklı Hollandalılarla aynı sırada beklemek durumu biraz da olsa kolaylaştırıyor:) Hamburger fena değil ama bu kadar beklemeye değmedi sanki. Bar kısmında yerler var, benim gibi tek ya da iki kişi geldiyseniz alkollü-alkolsüz içecek ısmarlayarak oturabilirsiniz. Burada en çok keyif aldığım şey insanları izlemek oldu diyebilirim.
Amsterdam’da En İyi Bagel
Ertesi gün kahvaltı için dışarı çıktığımda etraf sessizleşmiş. Hava puslu ve hafif atıştırıyor. Haftasonu enerjisi dolup taşan bu yer adeta korku filmi sahnesine dönmüş. Bugün rotam tamamen puanı ve açılma saatine göre karar verdiğim Bagels & Beans. Vejetaryen sebzeli bagel söylüyorum, hem içi dolu dolu hem de çok lezzetli; hatta abartıp Amerika’da yediklerimden bile lezzetli diyebilirim.
Amsterdam’da En İyi Cappuccino
Amsterdam’dan ayrılmadan önce son durağım yine bir lokal önerisi olan Screaming Beans, burası tatlış ve ufak bir kafe. Pencere önünde tabureye oturup yoldan gelen geçeni izlemek için ideal ve Amsterdam’da bu gezimde içtiğim en iyi capuccino. Mutlu bir veda:)
Ben buradan Transavia Havayolları’nı kullanarak Alicante’ye geçtim, havalimanında hem kontuarda hem de güvenlik geçişinde işler oldukça hızlı ilerledi. Tabi Pazartesi olması da etki etmiş olabilir. Havalimanı bekleme alanları ise kalabalıktı, özellikle kafelerde yer bulmak çok zor. ING bazı alanlara çalışanlar için şarj takma ve oturma bölümleri yapmış, bunlar oldukça işlevsel. Hava puslu olduğu için bazı aksaklıklar sonucu 1 saat geç kalktık, böyle bir günde Amsterdam’dan seyahat ediyorsanız sizin de aklınızda olsun.
Amsterdam civarında gezdiğimiz yerleri, daha önceki keşiflerimi ve turistik noktaları da okumak isterseniz daha önceki yazım için buraya tıklayabilirsiniz. Özellikle lale zamanı gidecekseniz mutlaka okuyun derim.