Barselona’da Gezilecek Yerler Volume 9434:)

Barselona

Oh la la Barselona! Barselona’ya 4. gidişim… 9434.’ye de açığım:) Bilerek, isteyerek, kendi hür irademle:) Bu sefer tek başıma, bakalım bu şehri tek başımayken de çok sevecek miyim? Bu seyahate çıkarken blogda yazacak mıyım, yazmak isteyecek miyim bilmiyordum; ondan çokça da fotoğraf çekmedim, önceden uyarmak istedim.

Akşam 9 gibi şehre vardım kötü ve yorucu bir günün ardından. Vueling havayolları pişmanlıktır. Havalimanına 4 saat önce gidip kontuar hangisi ekranda çıksın diye beklerken meğersem sadece 2 kontuarı olduğunu öğrenip sıranın uzunluğuyla gerginliğimin had safhada olduğu bir bekleyiş yaşadım. Uçağın bir sıkıntısı yoktu ama her yerde Vueling için bu sıra oluyor sanırım bilginiz olsun.

Şehre vardığımda ise hemen havam değişti, işte en sevdiğim şehrin sokaklarındaydım, otelim ” Granvia Hotel” merkeze (Plaza Catalunya) aşırı yakın olduğundan hemen şehrin curcunasına girmiştim. Otelde de resepsiyonistimiz çok tatlı, İspanyolca mı İngilizce mi tercih edersiniz diyor. Tereddütle İspanyolca diyorum. Tane tane anlatıyor her şeyi, ne çok şey varmış söyleyeceği, neyseki hepsini anlıyorum. Avlumuz çok güzeldir, ücretsiz su ve kahve kısmında gerçekten doğru mu anladım diye sorgulasam da doğru anlamışım her şeyi.

Oteldeki odam iki kişi için büyük oda severlere birazcık küçük gelebilir ama ben tek kişi olduğum için de öyle verilmiş olabilir. Onun dışında odada ihtiyaç olan her şey mevcut, otel de genel olarak oldukça iyi. Avlusu gerçekten keyifli, sadece sabah güneş vurduğundan yazın sıcak oluyor. Güvenlik açısından da 24 saat resepsiyon açık ve asansörle yukarı çıkmak için kart okutmak gerekiyor.

Honest Greens

Bu kadar yol gelince çok acıktığımdan hiç riske girmeden otelime çok yakın olan, daha önce Madrid’de deneme fırsatı bulduğum Honest Greens’e gittim. Kalabalık ama sıra çok çabuk ilerliyor. Ben falafel tabağı tercih ettim, salatalar, etli seçenekler vb. de mevcut. Doldurulabilir bardakla da istediğiniz kadar su ve bol vitaminli meyve sularından içebiliyorsunuz. Porsiyonlar büyük. Geceyarısına yaklaşıyor saatler, yorgun ama mutlu dönüyorum otelime.

Santa Gloria Coffee & Bakery

Dünkü o büyük porsiyondan sonra hiç acıkmam sanmıştım ama sabah karnım aç yürürüken hayal ettiğim kafeye varamadan içeridekilerin çoğunun lokal olduğunu inandığım Santa Gloria Coffee & Bakery’de oturuyorum. Mozzerallalı sandviç ve kahve, dışarda da masalar var ama sıcak, içeride cam kenarına oturuyorum. Gelen geçeni, kafeye giren çıkanı izlemek keyifli.

Plaza Espana’ya yürüyorum, Montjuic tepesine çıksam mı emin değilim. En son geldiğimde annemle yeşilliklerin içinde yorucu ama keyifli bir gün geçirmiştik. Bir daha onunla bu yolları yürüyemeyeceğim. Bu meydan beni çok duygulandırıyor. Daha merdivenleri çıkmadan bir ağırlık çöküyor, oturup dinleniyorum. Merdivenleri çıkan aileleri izliyorum, hepsinin arkasındaki hikayeyi görmeye çalışıyorum. Biri de benim hüznümün arkasını görmeye çalışıyor mu acaba?

Neyseki yürüyen merdivenler bolca, onları kullanıyorum. Müze önü kalabalık ama müzeye yine girmeyeceğim. Doğayla bütünleşsem daha mutlu olurum. Ağaçlara doğru ilerliyorum. Yolda küçük parklar var, birine giriyorum. Adeta zen etkisi yaratan bir park Jardins de Laribal, tam ortada aşağıya doğru akan minik bir havuz var. Havuzun kenarına çöküyorum, uzun süre suya bakıyorum. Küçük bir köpekle göz göze geliyoruz. Sahibi bankta ayaklarını uzatmış kitap okuyor, o da etrafı izliyor. Bence beni sevdi, uzaktan birbirimize sevgimizi iletip ayrılıyoruz.

Montjuic teleferiğine geliyorum, çıksam mı daha tepelere. Yorgun hissediyorum, aşağı inmek daha uygun bir seçenek gibi. Az ileride belediye havuzunun yanında toprak bir kestirme yol gösteriyor. Önümde bir başka kadın hızlı adımlarla iniyor. Yol ıssızlaşırsa korkarım ama gittikçe kalabalıklaşıyor. Herkesin kestirmesi anlaşılan.. Ana caddeye hızlıca çıkıyorum.

Rocambolesc

Rambla’ya doğru gidiyorum oradan. Benim de İstanbul için yazarı olduğum Spottedbylocals‘ta bir lokalin yazdığı Rocambolesc‘de dondurma yiyeceğim. Aaa stick şeklindeymiş bu dondurmalar, buna hiç hazırlıklı değilim. Kadına hangisinin daha çok tercih edildiğini, onun hangisini sevdiğini soruyorum. Kalpli olan (summerlove) onun da favorisiymiş, çok tatlı değilse bundan alacağım diyorum.. Hepsini İspanyolca söylüyorum:) Kalp görüntüsü çok tatlı, tadı da tam istediğim gibi fresh. İçi jölemsi ama tamamen vegan. Ayy inşallah Valensiya’da da vardır. Doymadım doyamadım yemelere seni ben…:))

Rambla’dan El born bölgesine doğru ara sokaklara dalıyorum. Her bir dükkan her bir ara sokak çok tatlı sanki. Alışverişe karşı koyamayacağım, o gördüğüm Ale-hop mu? Ayy Barcelona’ya ve hayata dair el yapımı bir sürü güzel şeyin satıldığı La Nostra Ciutat ‘a ne demeli peki.. Biraz pahalı ama en azından Barselona’ya karşı duygularımı yansıtan o bardak altlığını almadan geçemeyeceğim. Unutturmasın bu hissi.

Otele gidip biraz avlunun tadını çıkarayım. Bedava kahve. Ama öğleden sonra bu saatlerde çok sıcak avlu. Cemre biraz dinlenip kaçar.

Nomad Coffee

Yine bir lokal önerisi olan Nomad Coffee‘ye doğru yola çıkıyorum. Kafenin olduğu pasajımsı sokağa bayıldım. Kafe güzel çıkmasa da geldiğime mutluyum. Tam bir 3. dalga kahveci ve adına yaraşır bir şekilde oldukça uluslararası bir ortam, hem çalışanları hem müşterileriyle. Çalışanlar pişirme yöntemleri, kaynatma dereceleri vb. farklı kahve denemeleri yapıyor, kahve seçenekleri de oldukça fazla. Oturma yerleri az. Ben barda oturuyorum, yulaf sütlü buzlu kahvemi yudumlarken ve çalışanların aralarındaki konuşmalara kulak kabartıyorum. Bu arada Barselona’da kahve genel olarak 2 euro civarı ama bu kafe en pahalı kahve içtiğim yer; 5 Euro:(

Parc de Ciutadella

Ardından en sevdiğim parka gitmeye karar veriyorum. “Parc de Ciutadella“, adı hep Tadella çikolatalarından aklıma geliyor. Buraya gelene kadar yolda biraz dengesiz insanlar görüyorum. Biraz güvensiz hissettim, itiraf edeyim. Parkın içine adım atar atmaz, yerdeki kumlar rüzgarın etkisiyle insanları kaplayan dumanlara dönüyor. Gölge bir alan bulmak çok zor, herkes ağaçların altına kıvrılmış.

Parkın en sevdiğim bölümü olan göletin oraya gidiyorum. İnsanlar pedal çeviriyor. Ben de bir süre rüzgarın tadını çıkarıyorum. Neden bilmiyorum bu sefer o sıcaklığı vermiyor burası, hava sıcak olduğu için mi? En sevdiğim parka ne yaptınız?

Granja Petitbo

Lokal önerilerinden biri olan parka yakın Pim Pam Burger kapalı, otele doğru giderken yine başka bir lokal önerisi Granja Petitbo‘yu fark ediyorum haritamda. Biraz uzunca sürüyor yürüyüşüm. İçeri girince ortam keyifli ama boş olmasına rağmen istediğiniz yere oturtmayan garsonları var. Bahşiş 0:)

Menüde hamburger en güvenlisi gibi geliyor. Tavukları beğenilmiş aslında ama ben birkaç sene önceki yurtdışı zehirlenme vakamdan sonra tavuğa hiç yeltenmiyorum, hele de tek başımayken. Porsiyonlar büyük, fiyatlar genele göre biraz daha yüksek.

Akşam otele uğrayıp gecelerin tadını çıkarmak için kendimi dışarı atıyorum. Gece dediysem saat 21:00 civarı. Herkes yemek yediğinden her yer dolu. Rambla, El Born, hepsi.. Sıkıntı basıyor içime dönsem mi yoksa illa içilecek mi o içki? Başka bir lokal önerisi kokteylleri güzel diye not aldığım Betty Ford’s varmış yakınlarda. Üniversite bölgesine gittikçe her türden insan, tekinsiz hissediyorum bir an.

Betty Ford’s da güven konusunda içime su serpmiyor. Bir sürü klasik kokteyl olmasına rağmen mojito yapılmayan ve nasıl yapıldığı bilinmeyen bar mı olurmuş? Hem de İspanya’da? Ben şok! Barmen’e mojito gibi fresh olsun çok tatlı olmasın diye aradığım kokteyli anlatırken kadın tamam sana mojito yapacağım diyor sonunda:)

Bar bölümüne oturuyorum. Yanımda bir Amerikalı, sohbet etmeye bayılan cinsten. Adam başlıyor anlatmaya, nerdeyse tüm hayat hikayesini kısa sürede öğreniyorum, benim anlatasım yok, mojitoyu hızlıca içiyorum. Arkadaşıma da 2. mojitosunu ver diyor barmene, yok sağolun bana dokunuyor diyip bir bahaneyle kaçıyorum. Tek mojitoyla sarhoş mu oldum ne, bolca su içerek otelin yolunu tutuyorum.

2. gün beni yağmurlu bir hava bekliyor dışarda. Kahvaltımı Turris‘te ayaküstü bir kruvasan yiyerek geçiştiriyorum. Turris her yerde, lokaller ekmek alıyor çocuklarıyla. Bense sadece tek bir kruvasan. Bir hastane vardı Parc Güell’e giderken gibi kalmış aklımda ama adını bilemiyorum, çok güzeldi. Yollara atıyorum kendimi hangisi olabilir diye ama hava yağdı yağacak.

La Central

Yakınlarda La Central var, harika bir kafesi olan kitapçı; yine bir lokal tavsiyesi. Kitapçı olarak oldukça büyük, 2 katlı gez gez bitmiyor. 2. katında da minik bir kafesi var. Arka bahçesinde ve içerde yerleri mevcut. Yağmurlu olduğu için dışarda sadece kenar masalara servis veriyorlar. Haftasonları kalabalık oluyor sanırım. Hem haftaiçi olması hem de yağmur sebebiyle şanslıyım.

La Central

Antep fıstıklı kek ve kahve söylüyorum. Yağmurun parlattığı yeşilliklerin tadını çıkarmak üzere dışarı geçiyorum. İçerisi de çok çok güzel; çalışanlar, kitap okuyanlar, yani kısacası ambiyansa bayıldım. Dışarda sadece 2 kişiyiz, yağmur çiseliyor, ben bir şeyler karalıyorum. Yine duygusallaşıyorum.

Bugün hava soğuk otele dönüp biraz avluda ve kütüphanesinde vakit geçirmeden önce yakınlardaki Re-Read‘e uğruyorum. Burası ikinci el kitap satan bir dükkan, oldukça da büyük. 1 kitap 4 Euro, 2 tanesi 6 Euro diye gidiyor. Ah ah Madrid’de 1 Euro’ya almıştım tezgahlardan:( Eli boş çıkıyorum, belki Valensiya’da alırım bir şeyler.

Akşam otelden çıkıp etraftaki mağazalara göz gezdiriyorum. Yemeğimi Forn de Pa‘lardan birinde sandviçle geçiştiriyorum. Sandviçimi yerken önümde konuşan genç bir çifti izliyorum, neşe dolular. Uzun süre onlara takılıyor gözlerim.

Makamaka Burger

3.günümde Barcelona sahillerine uzanıyorum. Deniz dalgalı, hemen herkes üstsüz, şemsiyeniz yoksa güneş yakıyor. Biraz denizi izliyorum ve kalkıyorum. Giderken Makamaka Beach Burger önünden de geçiyorum, anılaar… Çok keyifli bir yerdi, hala da öyle gözüküyor.

Sahilden Barcelona’nın daha önce hiç gitmediğim yerlerine uzanıyorum. Puro Cafe varmış yakınlarda, başta nereye gidiyorum ben sanayi bölgesinde miyim oluyorum. Puro Cafe de adeta tamirhaneden bozma bir kafe ama 3. dalga olduğu hemen belli oluyor. Oturma yeri 1 tane ya vardı ya yoktu, küçük bir mekan. Barista size seçtiğiniz kahvede ne aromaları olduğunu sormasanız da söylüyor, işini çok seviyor sanırım. İlerledikçe sokaklar aslında turistik bölgeden çıkıp yaşam alanlarına geldiğinizi hissettiriyor ve sevmeye başlıyorum.

Köşelerden birinde Can Dende görüyorum, daha birkaç gün önce uzun yıllardır Barselona’da yaşayan Mimoza Everywhere’in tavsiyelerinde görmüştüm yemek için. Ama maalesef o kadar aç değilim henüz. Mekan dolu, belliki lokaller tarafından seviliyor. Yolumu haritamda işaretli lokal önerisi Little Ferm‘e çeviriyorum, önünde oturmak için sıra var. Es geçiyorum burayı da.

Birden yanımda bir baba oğluna Vega’nın parkına gidelim mi diyor Türkçe. Belli ki orada yaşıyorlar. Gülümsüyorum…Konuşmadan anın tadını çıkararak ilerliyorum. 45 dakika durmaksızın yürümüşüm yine. AVM görüyorum, adeta çölde vaha gibi: Westfield Glories. Hem açık hem kapalı bir AVM, açık alanda bir sürü kafe/restoran var. Kocaman bir Carrefour mevcut. WC ihtiyaçları, biraz mağaza gezme ve internet seçenekleriyle vakit geçiyorum. BuenasMigas‘da cheesecake yiyorum:)

Modernisya Sant Pau

Öğlen sularında, evet şaşıracaksınız ama o kadar gezindim durdum sadece öğlen oldu. Mimarisine hayran olduğum hastane Modernista Sant Pau‘ya gidiyorum. Birkaç fotoğraf alıp dışardan Sagrada Familia‘ya doğru trafiğe açık olmayan yoldan aşağı iniyorum. Herkes restoranlarda, kafelerde. Biz buralarda Empanada yemiştik, yol üstündeki bir empanadacıdan çalışanın tavsiyesiyle etli bir empanada alıyorum. Banka oturup yerken karşımda tatlış bir apartmanın minnak balkonunda bir kız çalışıyor, o kızın yerinde olmak nasıl olurdu hayal ediyorum.

El cafe del teatre

Aşağıya doğru indikçe restoranların önünde müzisyenlere rastlayıp banklarda soluklanıyorum. Kaç bin adım attım yine ama ilk günlerde gidip çok sevdiğim Parc Güell’e doğru yukarı çıkan yollara tekrar atıyorum kendimi. Chatalet varmış burada, ama o saatte kapalı. Tam karşısında El Cafe del Teatre çok davetkar gözüküyor. Burada hem dışardaymış hem içerideymiş hissi yaratan masalarından birinde kahvemi yudumluyorum. Keyifliyim.

Yürümeye devam. Küçük meydanlar çıkıyor karşıma, buradaki restoranlar da daha bir güzel ama aç değilim. Birden Chök‘e rastlıyorum, ayyy burada çikolatalar çok övülmüyor muydu derken kendimi içerde buluyorum. Çikolata kokuyor buram buram. Dev gibi ıslak kekli antep fıstık kremalı çikolatalı bir pasta alıyorum. Hem de paket, neyle yiyeceksem:) Otele dönüp büyük kısmını mideye indiriyorum. Biraz sağlıksız mı beslendim ne?

Akşam da üniversitenin hemen karşısında, farklı ülkelerden gençlerin buluşma noktası Cerveseria Universitat‘a gidiyorum. Biramı yudumlarken burada üniversiteyi okumak nasıl olurdu hayal ediyorum. Bence bira içmek için en keyifli yerlerden.

Son günüme sağlıklı olması adına vegan bir sandviçle Sandwichez‘de başlıyorum. Birçok şubesi olan yerlere şüpheyle yaklaşırım ama Sandwichez düşündüğümden başarılı.

Faborit

Kahve için ilk durağım Casa Battlo yanındaki Casa Museu Amatller avlusundaki Faborit Cafe. Dışardan göremediğinizden nasıl bir yer diye tereddütle giriyorum. Burayı LinkedIn’de bir Barselonalı çalışılabilecek kafeler listesinde önermişti. Gerçekten de hem şık hem normal fiyatlı, hem de sakin olmasıyla çalışmaya, koyu sohbete, yalnız kafa dinlemeye uygun.

Finestres

Çıkıp sokaklara atıyorum yeniden kendimi. Yol üzerinde kitapçı görünce dayanamayıp giriyorum. Finestres adı. Güzel, büyük bir kitapçıdan ibaret gibiyken arka bahçesindeki kafesi gözüme çarpıyor. Bitkilerle yeşillendirilmiş zemin üzerinde duvardan akan su. Renkli ve tarz sandalyeleriyle upuzun bir masa. İnsanların sessizce okuduğu, çalıştığı küçük birkaç masa daha.

Dayanamayıp bir kahve daha içmeye karar veriyorum ve sükunetin tadını çıkarıyorum. Kadın kafeyi yeni açtıklarından, hala alışmaya çalıştıklarından bahsediyor başka bir kadına. Herkes ne kadar da saygılı ortamın huzuruna. Ben burayı daha önce neden keşfetmedim? Barselona hala sürprizlerle dolusun.

Buradan kalkınca üniversitenin arka sokaklarına doğru yürüyorum. C. d’Enric Granados çok keyifli bir yol, ağaçlıklı. Oturup soluklanıyorum banklarda. Hatta daha yeni kahve içmesem kesin çok hoş gözüken Indigo Cafe & Brunch’da otururdum. Burada bisiklet kiralayabileceğiniz bir yer de var.

Biraz Plaza de Espana tarafına yürüyüp otele dönüyorum. Valensiya’ya yolculuk vakti. Estacion de Autobuses Barcelona Nord oldukça merkezi, otelden 15 dakika yürüme mesafesinde. Çok büyük bir istasyon değil, danışma hangi otobüs nerden kalkıyor konusunda yardımcı oluyor. Valensiya yazımı da okumak isterseniz buradan buyrun.

Fotoğraflamadığım için ismini unuttuğum, hangi gün gittiğime emin olamadığım yerler var. Olsun, bu yazı da böyle eksik kalsın, hayatta tam olan ne var ki zaten? Ayrıca diğer Barselona yazılarım için : Yine Yine Yeniden Barselona ve Barselona Barselona başlıklarına da beklerim.