Mimar ya da tarihçi olmadığımı yazıya başlamadan önce belirtmemde fayda var. Her gittiğim yerde sevdiğim bir bina gördüğümde “Bu ne tarz oluyor şimdi? İşte ben bu tarzı seviyorum” der dururum anneme, annem de mimarlık okurken derslerinde gördüğü eski dönem tarzları hatırladığı kadarıyla yanıtlamaya çalışır her seferinde beni. Ben de genelde unutur, bir dahaki seyahatimizde yine sorarım.
İşte tam da bu nedenle bu konuda biraz araştırma yapmak istedim, sizinle de bu yazımda araştırma sonuçlarımdan gözüme çarpanları paylaşacağım.
Romanesk (Romanesque) Tarz: Bu tarz, Roma dönemlerinden kalma mimariye deniliyormuş, daha sonraları Gotik tarza da yön veren mimari de Romanesk stiliymiş. Karakteristik özellikleri ise geniş kalın duvarlar, yuvarlak kemerler, süslü sütunlar ve sağlam iskeleler. Boyutları genelde küçük olduğundan iç kısım pek ışık almıyormuş.Gotik yapılara kıyasla daha basit ve simetrik yapılar. İngiltere’de Romanesk mimari ise Norman mimarisi olarak geçiyormuş.
Romanesk mimarideki yapıların çoğu refah düzeyi daha düşük Güney Fransa ve Kuzey İspanya bölgelerindeymiş ve daha çok kiliselerde bu mimariyi görmek mümkünmüş. Bazı Romanesk yapılar da sonradan Gotik mimari olarak yeniden inşa edilmiş.
Bu stildeki yapılardan birkaçı İtalya’daki Pisa Kulesi, İngiltere’deki Durham Katedrali ve Portekiz’deki Porto Katedrali.
İstanbul’daki en önemli örneklerinden biri Galata Kulesi olarak gösteriliyor, ancak Romanesk tarzın dikeyden çok yatay olduğu belirtildiğinden diğer özellikleri uyuyor olsa da kulenin bu stil olarak belirtilmesi kafamı biraz karıştırmadı değil:)
Gotik Mimari: 12. yüzyılda Fransa’da başlayan ve 16. yüzyıla kadar tüm Avrupa’da kullanılan stil. 18. ve 20. yüzyıllar arasında da İngiltere’de yeniden canlanmış. Bu stilin karakteristikleri ise renkli vitray pencereler, sivri kemerler, kaburgalı tonozlar (bir ya da birçok kemerin bir araya gelmesiyle oluşan tavan örtüleri) ve bina dışlarında destek ya da süs amaçlı kullanılan kavisli iskeleler. Vitraylı ve büyük pencereler sayesinde içerisi daha aydınlık. Katedral, manastır ve kiliselerde oldukça fazla kullanılmış Gotik stil. Aynı zamanda kale, saray ve üniversite gibi yapılarda da izleri görülebilir.
Özellikle dini yapılarda kullanılmasının sebebi kişide hem korku hem de huşu uyandırması ve bu muhteşem yapılar sayesinde insanın kendini dini yapı karşısında küçük hissetmesi.
Bu stilin örneklerinden en önemlisi bu tarzın Fransa’da başladığını da göz önüne alırsak Paris’teki Notre Dame Katedrali. Bunun dışında Köln Katedrali, Floransa ve Barselona Katedralleri de bu tarzdaki yapılardan.
İstanbul Beyoğlu’ndaki St. Anthony of Padua Kilisesi de Gotik mimari örneklerinden.
Barok Mimari: 17. yüzyılda Rönesans etkisiyle İtalya’da doğmuş olan ve 17. – 18. yüzyıllarda kullanılan stil. Karakteristik özellikleri süslü heykeller, renkli freskler, devasa merdivenler, kıvrımlı ve oval hatlar, kubbe ve tavanlarda sonsuzluk algısı, ışığın ve gölgelerin oldukça yoğun kullanımı, birçok pencereden gelen ışığın birleşimi, mermer, ahşap ya da alçıdan yapılmış süs eşyalarının zengin kullanımı ve objelerin gerçekmiş hissi yarattığı resim ve mimarinin birleştiği illüzyonlar. İlk olarak kiliselerde kullanılmış olsa da sonralarda saray ve evlerde de kullanılmış. Görkemli bahçeler ve süslü çeşmeler de Barok mimarisi örneklerinden. Barok mimarisi örnekleri Avrupa’nın birçok yerinde ve Latin Amerika’daymış.
Vatikan St. Peter’s Bazilikası, Roma’daki İspanyol Merdivenleri ve Roma’da turislerin gözdesi Aşk Çeşmesi, Roma’da görülmesi gereken özel bir kilise yazımdaki Sant’Ignazio di Loyola Kilisesi ve Stockholm Sarayı bu stilin örneklerinden.
İstanbul’daki örneklerinden iki tanesi ise Ortaköy Cami olarak bilinen Büyük Mecidiye Cami ve Dolmabahçe Sarayı.
Bunlar dışında daha birçok mimari tarz bulunmakta, ben en çok adı geçenlerden bahsetmek istedim şimdilik.