Lviv ile ilgili genel yazımda belirttiğim gibi Lviv kiliseler şehri. Turistik haritaya baktığınızda en çok kilise görüyorsunuz. Birçoğu birbirine benziyor, dolayısıyla bir süre sonra insan hepsini karıştırmaya başlayabiliyor.
Benim dış görünüşüyle en çok beğendiğim kilise gotik mimaride inşa edilmiş St. Olha & Elizabeth Kilisesi oldu, ayrıca kilisenin ilk adı olan St. Elizabeth kilisesi olarak da geçiyor. İç mimarisinin çok özel bir yanı yok, pencerelerin büyüklüğü ve onlardan içeri girerek kiliseye dolan ışık huzmelerini saymazsak. Nedenini anlayamadığım bir şekilde turistik haritalarda bu kiliseyi görmeyebilirsiniz (Adres: Kropyvnytskoho Square, 1). Kilise, insanların da çok sevdiği Avusturya İmparatoriçesi Elizabeth’i onurlandırmak için bu şekilde adlandırılmış. Yıllar sonra yeniden adlandırılarak Olha da eklenmiş. Dönüşte taksiciden öğrendiğimiz ilginç bir bilgiye göre bu kilise, tren garına yakın olan bir diğer dini yapıyı, St. George’s Katedrali’ni gölgede bırakmak için böyle ihtişamlı bir şekilde yapılmış. Nitekim tren garından gelen insanları karşılayan ilk yapı da St. Elizabeth Kilisesi olmuş.
St. George’s Katedrali de aynı isimle anılan ufak bir tepeye inşa edilmiş, inşası yaklaşık 20 yıl sürmüş büyük bir yapı olduğundan ihtişamlı bir katedral. Katedral günümüzde Yunan-Katolik dininin Ukrayna’daki kalbi olarak gösteriliyor. Barok mimari özelliklerini taşıyan bu katedralin iç bölümü de St. Elizabeth’e göre daha süslü. Katedral ayrıca Unesco’nun Dünya Mirası listesinde yer alıyor ve bir diğer adı da St. Yura Katedrali. (Adres: Ploshchad’ Svyatogo Yura, 5)
Bu iki kilise dışında bizim ziyaret ettiklerimiz Transfiguration Kilisesi, Latin Katedrali, St. Peter & Paul Kilisesi ve Dominican Kilisesi oldu. Transfiguration Kilisesi‘nin içinde oldukça fazla resimli anlatım mevcut. Latin Katedrali ise daha heykellerle süslü bir katedral. St. Peter & Paul Kilisesi önünden defalarca geçmemize rağmen ilgimizi çok da çekmemiş, vaktimiz kalınca hadi girelim dediklerimizden. İç dekoru başarılı. Dominican Kilisesi ise dışındaki ihtişamı içine yansıtmamış olanlardan. Boim Şapel‘i çok çok küçük hatta içeride grup varsa içeri girmeniz mümkün olmayacaktır. Giriş paralı (30 Grivna). İçeride oldukça ince ayrıntılı heykel sanatıyla süslemeli bir duvar mevcut, birçok dini yapı olduğunu düşünürsek özel bir ilginiz yoksa girmenize çok gerek yok bence. Ermeni Kilisesi‘nde ise restorasyon gibi bir durum söz konusuydu sanırım, kapısını iki kez gitmemize rağmen açık bulamadık. Kilisenin dış görünüşü diğerlerinden farklı olduğu izlenimi veriyor.