Sizi bilmem ama beni hemen her kitabın, filmin, oyunun yolculuğa çağırma potansiyeli var. Bazen içinde geçen bir cümle bazen karakterin iç sesi bazen de çekip giden birisi. Seyahat tutkunu olunca her şeye baktığınız göz de değişiyor, beynimiz birçok şeyi seyahat filtresinden geçirerek önümüze sunuyor.
Kitaplar sanıyorum bu konuda benim için en etkili olanı, yolculuğa çağırmakla kalmıyorlar yolculuğa çıkarıyorlar da. İlk bahsedeceğim kitap Murathan Mungan’dan “Şairin Romanı“. Ben Murathan Mungan’ın dilini, yarattığı katmanları, karakterlerini çok seviyorum. Bu romanının ise bende özel bir yeri var, çünkü aynı yere doğru yolculuğa çıkmış ve yolculuğu farklı şekilde deneyimleyen birçok karakter var. Elbette bu karakterlerden bazılarının şair olması yolculuğa farklı bir bakış açısı getiriyor, gördüklerini onların gözünden dinlerken gezdikleri yerler şairane bir güzelliğe bürünüyor. Daha çok tabiatın güzellikleriyle dolu bir yolculuk bu. Üstelik yolculuk boyunca görülen yerler, varış noktası hepsi hayali olmasına rağmen size birçok yeri çağrıştırıyor, gezdiğiniz yerlerden izler buluyorsunuz ama aynı zamanda yeni bir yer keşfediyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz.
Romanda yolculuk üstüne birçok güzel özlü söz de var, Murathan Mungan’ın kaleminde çıkan birçok cümle ister istemez özlü söze dönüşüyor. Ayrıca kitabın yolculuktan ibaret olmadığını da söylemem gerek, kitap aslında cinayetleri çözmeye kendini adamış bir dedektifin de hikayesi; herkes de bu hikayenin bir parçası. Yalnız uyarmalıyım, kitap oldukça kalın yani uzun bir yolculuğa çıkmaya hazırsanız kitaba başlayın derim:)
Bahsetmek istediğim ikinci kitap ise Paulo Coelho’dan “Elif“. Elif’de de Paulo Coelho’nun kendi yolculuğunu dinliyoruz, Rusya’da trenle yaptığı seyahatin hikayesi. Paulo Coelho’nun mistik dili bir tren yolculuğuyla ve uğradıkları duraklarda gezdikleri yerlerle birleşince kitapta okuduklarınız gittiğiniz yerler bile olsa farklı bir gözle bakacağınızı düşünüyorum. Elinize aldığınızda yolculuğa çıkmış hissinde olacağınızdan hayatın gerçekleri araya girsin istemiyor insan, bir hafta sonunuzu ayırırsanız bir solukta bitirmeniz mümkün.
Şimdi gelelim hem kitap hem film olan bir yapıta, Dan Brown’dan “Cehennem (Inferno)“. Kitabını okumadığım için yorum yapamayacağım ama film sizi Floransa ve Venedik’in gizli geçitlerine götürerek “vay be daha neler varmış gezilecek” hissi yaratıyor. Filmi izledikten sonra tekrar gitme hissi uyandıracağına pek şüphem yok. Aynı şekilde “Melekler ve Şeytanlar (Angels & Demons)” da Roma ve Vatikan için benzer duyguları uyandırmıyor değil.
Filmlere geldiğimizde seyahat tutkunlarının klasikleri arasına giren “Ye, Dua Et, Sev (Eat, Pray, Love)” ve “Barselona, Barselona (Vicky Cristina Barcelona)” dan ben de bahsetmeden geçemeyeceğim. Ye, Dua Et, Sev; İtalya, Hindistan ve Bali üçgeninde size mistik bir yolculuk ve yolculuğun dönüştürücü gücünü sunan bir film. Seyahat tutkunlarının yolculuğun dönüştürücü gücünü birebir deneyimleyenlerden olması filmi bu kitle için daha anlamlı kılıyor elbette. “Vicky Cristina Barcelona” ise yolcuktan ziyade sizi İspanya’ya filmin çekildiği yerlere davet ediyor. Woody Allen’ın hem tüm filmlerinin çekildiği yerler aslında onun gözüyle davetkar hale gelmiyor değil; “Cafe Society” ile “Paris’te Bir Gece Yarısı (Midnight in Paris)” i izlerken aynı gözden çıktığını görmemek mümkün değil; ama her iki filmde de New York ve Paris gözümüze olduklarından daha güzel gözüküyor.
“Diriliş (Revenant)” filmi de farklı coğrafyalar, farklı yolculuklar görmek isteyenlerin izleyebileceği bir film. Herkesin seveceğini garanti edemem, bazılarınızın hoşlanmayacağı sahneler de mevcut ama görüntüler o kadar güzel ki vahşi doğa ve macera severler izlemeli.
“Kayıp Şehir Z (The Lost City of Z)” İngiliz kaşiflerden Percival Fawcett’in Amazonları keşfindeki gerçek hikayesine dayanıyor. Film bir bütün olarak çok harika olmasa da belgesel tadında ve bir kaşifin içindeki yolculuk çağrısının hiç susmadığına işaret ederek seyahat severlerin beğenisini kazanabilecek türden.
Yerli filmlerden de “Nadide Hayat” tam bir yolculuk hikayesi olmasa da keşfe davet eden, özellikle kadınları cesaretlendiren bir Çağan Irmak filmi, izlemesi de keyifli.
Tiyatrolara gelince çok fazla oyun izlemem rağmen aklıma bir anda yolculuğa çağıran oyunlar gelmedi açıkçası. Belki tiyatroda bu konu üzerinde henüz durulmuyor. Biraz düşündükten sonra aklıma ilk gelen oyun ise özellikle kadınların gitmesini önereceğim “Shirley“. Shirley sıradan bir ev kadınının arkadaşının davetiyle gelgitler yaşasa da sonunda gitmeye karar verdiği Yunanistan tatilinin dönüştürücü etkisini anlatıyor. Özellikle yolculuğa çıkmak isteyen, cesaretini toplayamayan ya da artık çok geç olduğunun düşünenlerin gitmesini tavsiye edeceğim, Sumru Yavrucuk’un da harika tek kişilik performansını izleyebileceğiniz bir oyun. (Not: Tek kişilik oyunların sıkıcı olacağına dair benim de şüphelerim olur, ancak bu sıkılabileceklerinizden değil merak etmeyin. Oldukça eğlenceli:))