Glasgow, sokak sanatının başkentlerinden biri desek yeridir. Her sokak her cadde size yeni bir mural sunuyor. Şehrin kasvetini de alıp götüren de bu sanat. Glasgow’da çok kısa bir süremiz vardı ama şehrin sokaklarını arşınlamamıza engel değildi elbette.
Glasgow’u İskoçya-İrlanda turuna dahil etmelerinin sebebi ilk başta İrlanda’ya geçiş için bineceğiniz feribota yakınlığından dolayı tamamen pratiklik gibi gözükse de aslında ziyaret etmeye değer birçok şey varmış. Sonuçta burası İskoçya’nın en kalabalık şehri olduğuna göre insanların burada yaşamayı seçmelerinin bir sebebi olmalı ya da burayı yaşanılır hale getirmiş olmalılar.
İlk durağımız Glasgow Katedrali ama benim gözüm katedralin tepesindeki nekropoliste yani mezarlıkta. Bazılarınız mezarlık da gezilir miymiş diyebilirsiniz ama bizim mezarlıklara bakarak karar verirseniz çok yanılırsınız. Zaten aşağıdan bakınca mezarlıktaki yapılar oldukça ilginç gözüküyor, sizi çekiyor. Glasgow Katedrali’ne dönersek İskoçya’nın en eski katedrali, Glasgow’daki en eski yapı. Gotik mimarisi hemen fark ediliyor. Katedralin içindeki Millennium penceresi maviliğiyle göz alıcı. Ayrıca kilisenin kurucusu Hristiyanlığı İskoçya’ya getiren Aziz Mungo’nun mezarı da katedralin içinde yer alıyor. Katedralin hemen dışında da insanların yaşamında dinin önemini anlatan Aziz Mungo Müzesi var, ancak biz bu müzeye girmedik.
Katedrale çok yakın bir noktada yer alan Provand’s Lordship ziyaret edilecek yerlerden. 1471’de inşa edilen Provand’s Lordship, Glasgow’da yer alan 4 Ortaçağ yapısından birisiymiş. Burası 17. yüzyıldan eşyalarla dizayn edilmiş, kraliyet portrelerinin de yer aldığı müze haline getirilmiş bir ev. Adeta bir lord evine ziyarete gelmiş gibiyiz, keşke eski dönem kıyafetleri giymiş insanlar da müzenin bir parçası olsa diye içimden geçirmedim değil. Evin arka bahçesi de 17. yüzyılda bitkisel ilaçların nasıl kullanıldığını yansıtıyor. Bahçede ilaç olarak kullanılan bitkiler var ve bitkilerin isimlerine yer verilmiş. Biz bahçeyi gezerken elinde kamerayla bahçeyi çeken bir kadının adeta peşindeymiş gibi bir hava oluşunca kadın bizimle röportaj yaptı. Karşılıklı nereli olduğumuzu konuşurken kadının da Yunanlı olduğunu öğreniyoruz, sanıyorum kan çekiyor. Bizi düşman görenler utansın:)
Provand’s Lordship’ten sonraki durağımızsa şehrin merkezi olan George Meydanı (George Square). Kral III. King George\’dan almış ismini. Meydanda Robert Burns, James Watt, Sir Robert Peel and Sir Walter Scott gibi önemli isimlerin heykelleri bulunuyor. Buluşma noktası olarak iyi bir seçim; yalnız hangi heykelin ya da kafenin önünde olacağınızı tam olarak belirtmezseniz bu koca meydanda birbirinizi bulmanız zor olabilir:) Ayrıca Christmas zamanı giderseniz Christmas pazarı da burada kuruluyormuş.
George Meydanı’ndan dümdüz gidip 2. sola dönünce ise Glasgow’un alışveriş caddesi Buchanan Street karşınızda. Alışverişe başlayıp yorulmadan önce ise cadde üzerinde yer alan İskoçya’nın dizayn ve mimari merkezi olan Lighthouse‘a gitmenizi öneririm, üstelik girişi ücretsiz. Burada Yeni Sanat (Art Nouveau) akımından örnek mobilyalar var. Ayrıca İskoç artist/tasarımcı/mimar Mackintosh’un eserlerine ve hayatına dair izler bulacaksınız. En üst kattan da güzel bir şehir manzarası göreceğimizi söylemişlerdi. Evet, en üst katta şehir manzarası var ama yukarıda görüldüğü üzere biz şehir manzarasını çok etkileyici bulmadık. Buradan çıkınca Willow Tea Rooms‘a giderek Mackintosh’un tasarladığı sandalyelere de göz atabilir, vaktiniz varsa çay içebilirsiniz. Biz içerideki sırayı da görünce kısıtlı vaktimizi kaybetmek istemediğimizden bakıp çıkmakla yetindik.
Sıradaki aktivitemiz ne olsun diye karar vermemiz sırasında sevgili yol arkadaşım alışveriş derdindeyken benim aklım mezarlıkta. Neyseki mezarlığa hava kararırken gidilmez falan deyip hızlıca Necropolis‘e doğru yola çıkıyoruz, yolda da bir sürü mural bizi karşılıyor. Bakıyorum yol arkadaşım Semoş’un da yüzü gülmeye başlıyor. Bir muralın önünde fotoğraf çektirirken Glasgowlu teyzeler yardımımıza gelince onlarla da bir selfie çektiriyoruz. Murallerden ve nerelerde bulabileceğinizden ayrıca “Glasgow’daki Muraller” başlığı altında bahsedeceğim.
Gelelim Necropolis’e, yani mezarlığa. Mezarlığa katedralin yanından yaklaşık 5-10 dakikalık bir yürüyüşle ulaşmak mümkün. Şehrin kasvetli havasına çok yakışan devasa mezarlıklar özellikle siyah-beyaz fotoğraflanınca korkutucu bir hava bile yaratabiliyor. Mezarlıklar arasında dolaşmanın ruhani boyutu bu büyük yapıların arasında küçücük kalınca daha da ortaya çıkıyor. Bir de buradan katedrali fotoğraflamak çok daha başarılı görüntüler ortaya çıkarıyor, yazının kapak fotoğrafında gördüğünüz gibi.
Necropolis’ten dönüşte ise ilk durağımız Modern Sanat Galerisi (Gallery of Modern Art)”. Ücretsiz girişi sebebiyle bizi cezbeden bu galerideki bazı parçalar oldukça ilgi çekici, gezmesi de kısa sürüyor. Galerinin hediyelik eşya bölümünde de bir şeyler beğendik ama fiyatlarından dolayı tercih etmedik. Bir de galerinin önündeki heykelin tepesine yol işaretlerinden koymuşlar, biraz saygısızlık gibi gözükse de heykele oldukça komik bir görünüm verdiğinden fotoğraflamadan edemedik.
Bu kadar gezinti üzerine karnımız çok acıktığından uygun fiyatlı ve lokallerin de tercih ettiğini gözlemlediğimiz “BRGR” adlı mekana oturduk. Adından da anlaşılacağı üzere çeşit çeşit hamburger mevcut, tat olarak da fena değildi.
Karnımızı da doyurunca artık alışverişe hazırdık, yani Semoş hep hazırdı da ben de bakınmaya hazırladım kendimi. Buchanan Caddesi’nden ziyade cadde sonundaki Argyle Street üzerinde Primark, Debenhanms gibi Birleşik Krallık’ın ünlü büyük zincirlerini bulabilirsiniz. Ayrıca bu cadde de bir de her şeyin 1-2 Pound olduğu 1 Pound’culardan da var, aklınızda olsun.
Glasgow Muralleri
Gelelim Glasgow’un en güzel yanına, yani sokak sanatı kısmına. Önce bizim gördüklerimizin bir kısmından bahsetmek gerekirse, Ligthouse’a çok yakın mesafede Mitchell Street üzerinde”Rüzgar Gücü” murali var, benim en beğendiklerimden ve Glasgow fotoğraflarında en çok paylaşılanlardan biri. Kızla birlikte siz de üflüyormuş havasında fotoğraf çektirirseniz trende uyum sağlarsınız:) Bir diğer ünlü mural ise High Street üzerinde yer alan murallardan “St Mungo ve Kuş” murali. Bu mural High Street’in sonuna doğru, Necropolis’e yakın bölümde. Karşılaştıklarımızdan bir diğeri ise Birleşik Krallık’ın en büyüğü olduğu iddia edilen “Strathclyde University’s Wonderwall“, bu duvarda çeşit çeşit mural mevcut. Gördüğümüz bazı murallerin isimlerini ve yerlerini söylemek zor ama siz de kendi keşiflerinizi sokak sokak gezerek yapabilirsiniz.
Bizim gitmediğimiz ama internette yer alan diğer murallerden bazıları ise yine Lighthouse’a yakın Gordon Lane’deki “Glasgow’s Panda”, Mitchell Street üzerinde bizim uzaktan gördüğümüz “Honey, I Shrunk The Kids” ve “The World’s Most Economical Taxi”, Cowcaddens Geçidi’ndeki “Hand Shadow Puppets”, Argyle Street üzerindeki “The Gallery” ve “Argyle Street Cafe”, Kingston Köprüsü altındaki “The Swimmer”, Barras Art and Desing avlusundaki “The Barras Pirate”, St Andrew Meydanı yanındaki “A Study of a Woman in Black”, North Street üzerindeki Charing Cross’ta ise “Charing Croc” ve “Charing Cross Birds”, Clyde Street üzerinde “The Tiger”, Sauchiehall Lane girişi üzerindeki “Lost Giant”, Sauchiehall Street üzerindeki “Crazy Cat Lady”, St Enoch Street yakınındaki “Big Birds”, Ingram Street otoparkındaki “Fellow Glasgow Residents” var. Ben buradakilerden en çok “The World’s Most Economical Taxi”yi kaçırdığımıza üzüldüm, balonlarla çalışan bir taksiyi resmeden bu mural oldukça keyifli gözüküyor.
Glasgow’un Clyde Nehri civarı şehir merkezi kadar hareketli olmasa da konaklama için birçok güzel otel bu bölümde yer alıyor. Bizim konakladığımız Hotel Campanile Glasgow ise bizim pek memnun kalmadığımız bir yer oldu. Belki de Edinburgh’daki Holiday Inn sonrası karşılaştırma yapınca bizi mutsuz etmiş olabilir:) Oysa bu otel yakınlarında Hilton Garden Inn, Radisson Red Glasgow, Crowne Plaza gibi daha güzel olduğunu düşündüğümüz birçok otel vardı.
Madem bu çok sevdiğimiz(!) otelde kalıyoruz, bari çevresini biraz keşfedelim diyerak nehir kenarında akşam yürüyüşüne çıktık. Biraz ilerde Milennium Köprüsü’nü geçince Glasgow Science Centre’da sinema ve Starbucks var. Nehre bakarak Starbucks’ta kahvenizi yudumlamak keyifli, ancak 9’da mekan kapanıyor. Çıkınca karanlığın çökmesiyle ışıklanan binaların görüntüsü ise ayrıca güzel. BBC Scotland adeta gece mesaisi mi var diye düşündürecek kadar ışıl ışıl.
Glasgow mimarisi şehrin önemli özelliklerinden bir diğeri. Sanıyoruz dönüş yolunda otele yakın bir noktada yer alan Glasgow’daki büyük etkinliklerin düzenlendiği “The SSE Hydro Arena” hem ışıklandırması hem de mimarisiyle oldukça dikkatt çekici ve etkileyici. Gittiğiniz dönemde konser olup olmadığını kontrol edip belki gelmeden bir bilet alabilirsiniz.
Not: Bu yazı aslen 2018 gezi notlarımı içeriyor ancak sitem siber saldırıya uğradığı için maalesef yazım silindiğinden yeniden yayınlıyorum.