Yine yine yeniden Barselona

barselona

Barselona’ya 3. kez gidişim, yani yurt dışında gittiğim şehirler arasında rekor Barselona’da. Elbette bunun bir sebebi var; bu şehri çok sevmem ve kış aylarında da yumuşak olan havası. Peki bu şehri neden bu kadar çok seviyorum? Katalanlarla ilgili okuduğum bir kitapta onlara yaratıcı bir kaosun ve sağduyunun rehberlik ettiği yazıyordu. Evet, şehirde bir kaos var ama İstanbul’daki gibi yorucu ve hatta bazen yıldırıcı olan kaostan öte size enerji veren bir kaos. Kaosun içinde olmayı tercih ettiğiniz, yaşama şevki veren bir türü. Avrupa’da birçok şehrin aksine genç bir nüfusu var ve gençler de bu şehrin tadını çıkarmayı biliyorlar, şehrin enerjisini yüksek tutan şeylerden biri de bu.

Sıcakkanlılar, yaklaşmaktan, soru sormaktan çekinmiyorsunuz ve İngilizce bilmeyenleriyle bile bir şekilde anlaşıyorsunuz. Interrail gezimizde en çok İspanyol’a benzetilirdik, soy ağacımızda bir İspanyolluk çıkar mı acaba?:)

Fiyatları da birçok Avrupa’daki şehre göre daha uygun, tamam bir Balkanlar değil ama Fransa ve İtalya’daki şehirlerden çok daha iyi. Bir de denize kıyısı var, denize kıyısı olan şehrin benim kalbime de bir kıyısı oluyor sanırım. Barselona çok da romantik bir şehir değil ama neden bu moda girdim şimdi bilemiyorum:)

Peki ikinci kez gidiyorsun da bize çok farklı yerler mi anlatacaksın derseniz bunun cevabını vermek zor; kime göre neye göre farklı?:) Belki de aynı yerleri farklı şekilde anlatırım, zaten 2,5 günlük bir seyahatti. Ucuz bilet bulunca daha önceden de gittiğiniz bir yerse gün sayısına pek takılmaya gerek yok bence. Bir de bu sefer bazı yerleri Piri’den Saffet Emre Tonguç’un sesiyle tekrar dinleme fırsatı bulduk, bu da ayrı bir keyif katmadı değil.

park ciutadella

Barselona’nın en sevdiğim yeri ile başlayacağım, Parc de la Ciutadella. İsminden de anlayacağınız üzere burası bir park, Central Park kadar olmasa da oldukça büyük bir alanı kaplıyor. İçindeki gölette kayıklarla gezebilir ya da kenarında oturup ördekleri izleyebilirsiniz. Parka hafta sonu giderseniz birçok piknik yapan aileye rastlayacaksınız. Barselona’nın çocuk doğurma konusunda performansını da buralarda görmek mümkün. Bir de köpekler.. O kadar fazlalar ki, çocuğu olmayanın da mutlaka köpeği var:) Şöyle biraz huzur bulup gölet kenarında oturmak, çoluk çocuğu izlemek ve sokak çalgıcılarının müziklerinde zamandan kopmak insana iyi geliyor. Ben canlı parkları olan şehirleri seviyorum. Bir de ortadaki havuzunda restorasyon olmasaydı fotoğraf çekilmek için güzel noktalardan birinde fotoğrafınız da olurdu.

Bir de parktan çıkıp karşıya geçince kendinizi El Born bölgesinde buluyorsunuz ki bu bölgenin dar sokakları, tasarım butikleri, harika kafelerle kaplı meydanları insanı yerlilerinden biri olmaya çağırıyor. Ayrıca sanatseverleri çekecek bir sürü müze ve galeri mevcut. Bir sokaktan diğerine geçerken zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün olmuyor, zaten burada gezerken çok da zamanın derdinde olmayın, akışa bırakın derim. El Born sizi zamansızlığa çağırıyor.

Barcelona’ya gidip Antoni Gaudi’den bahsetmeden geçmek olmaz. Sagrada Familia‘nın tamamlanma çalışması oldukça ilerlemiş, 2026’da da tamamen bitmesi bekleniyor. Hadi bakalım, bitmiş halini de görebilecek miyiz? Sagrada Familia’nın içine girmek çok zor, erken saatlerden gelmek gerek ya da önceden internetten bilet almak. Gidip içini görmezseniz de üzülmeyin, dışında dinlemeye değer bir sürü hikaye mevcut.

sant-pau-hastanesi

İçinde Gaudi’nin doğadan esinlenen mimari çalışmalarının en belirgin örneklerinden bir ormanda yürüyormuş hissiyatını görmek de güzel ama elzem değil. Eğer çok gezen biriyseniz ve bir sürü güzel kilise gördüyseniz ve artık Gaudi’yi az çok anladıysanız çok da ilgi çekici gelmeyebilir. Açıkçası ikinci kez girmek fikri beni burası için çok çekmedi. Gelin siz Sagrada Familia’ya gitmişken Sant Pau Hastanesi‘ne gidin. Hastane bildiğiniz hastaneler gibi değil.  UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde bir hastane gördünüz mü siz? Ayrıca hastaneye gelirken turistik bölgelerden iyice çıkarak lokallerin arasına karışıyorsunuz. Bu şansı da kaçırmayın derim:) Hatta önce Sant Pau’ya gidip yokuş aşağı Sagrada Familia’ya yürüyüp sonrasında da Passeig de Gracia’ya doğru yol alırsanız çok daha rahat olabilir.

Parc Güell ise Gaudi’nin bir diğer en bilinen çalışmalarından biri. Buraya ikinci kez giderken mutluydum, çünkü doğanın içinde şehir merkezinden biraz uzakta yer alan bu yer eğer kalabalığa da denk gelmezseniz oldukça huzur verici. Biz sabah açılışına gidince tam da bu sakinliğin tadını çıkarabildik. Tepeden Barselona manzarasını izleyebildiğiniz o renkli mozaiklerle bezeli bankın bir kopyası da Zeynep Kamil’de var, kardeş şehir meselesi falan varsa bilen anlatsın. Park, Eusebi Güell tarafından yaptırıldığı için bu ismi almış, günümüz sitelerinin aslında ilk temelleri diye düşünebiliriz; ancak uzun uzun binalardan olanı değil, villa tarzı olanları düşünebilirsiniz. Güneşi ve deniz manzarasını kapamaması konusunda sıkı bir kısıtlama varmış, keşke günümüzde de böyle kısıtlamalar olsa…

park güell

Park Güell 1. Dünya Savaşı ve şehir merkezinden uzaklığı nedeniyle istediği ilgiyi toplayamamış ve 60 evlik proje suya düşmüş. Bugün bir site olarak kullanılsaydı turistik değeri olur muydu, olsa da Gaudi’nin diğer evleri kadar pahalı mı olurdu bilemiyorum. Doğanın içinde, yeşilliklerin ve çiçeklerin kapladığı yürüyüş yollarının bulunduğu bu huzur veren halini seviyorum. Tabii sabahın erken ve akşamın geç saatleri hariç kalabalıktan pek huzur bulmak mümkün değil.

Barselona’nın sembollerinden biri olan , hemen her magnette bulunan ejderha da bu parkta. Hayır bu ejderhada bu kadar ilgi çekici ne var ben de bilemiyorum ama herkes başında fotoğraf çekilmek için can atıyor. Bence abartmaya gerek yok, Gaudi’nin o kadar güzel tasarımının yanında lafı bile olmaz. Park Güell’e yürüyerek de gidip dönmüş biri olarak yorucu bir yol olduğunu söyleyebilirim ama merkezden metroya binip Lesseps’de inerseniz hızlıca varıyorsunuz. Özellikle kısıtlı vaktiniz varsa metroyu tercih edin derim. Fiyatı da internetten alırsanız daha uygun, aklınızda bulunsun. Gişeden alınca sanıyorum 1 ya da 2 Euro fazla verdik.

park güell

Gaudi’nin evleri hakkında yine daha fazlasını söyleyemeyeceğim, o fiyatı verip girmek param olsa da olmasa da kıyamadığım bir şey sanırım:) Ayrıca Passeig de Gracia caddesinden tüm evler oldukça ilgi çekici ve güzel.  Casa Battlo’nun hemen yanındaki de bir o kadar güzel değil mi sizce? Hele ki Casa Mila, aynı sıradaki birçok evin yanında solda sıfır kalır. Tamam çatısında göreceklerinizi bir şey diyemem, çünkü ben görmedim. Ayrıca yine bu caddenin kesiştiği caddelerden bir diğer olan Diagonal Caddesi’ndeki Casa de Les Punxes Gaudi tarafından yapılmasa da oldukça farklı ve güzel bir yapı. Saffet Emre Tonguç’un da deyimiyle adeta masal şatolarını andırıyor ama maalesef ziyarete kapalı.

casa de les punxes

Passeig De Gracia, Barselona’nın Bağdat Caddesi ama o evler yok mu o evler, bizde olsaydı kesin şimdiye kalmazdı zaten. Güzel olan birçok şeyi hiç koruyamadığımız gibi…

la rambla

La Rambla fazla turistik ama kaçış da yok sanki, elbet geçeceksiniz bu yoldan. Kışın o kadar da kalabalık değil neyseki. Bence yemek için pek durmayın buralarda, hemen dalıverin ara sokaklara… Sadece bir geçiş noktası olsun La Rambla. Neyse ki kış aylarında yazları olduğu kadar kalabalık değil de geçiş yapabilmek mümkün.

Barselona Katedrali ise Gotik Bölge’nin kalbinde yer alıyor. La Rambla ile Via Laietana arasında kaldığından çok sık bu bölgeden geçiyorsunuz. Akşamları ışıklandırması da oldukça güzel. Üstelik hafta sonları önündeki meydanda halka oluşturup dans eden yaşlı teyze ve amcalar mevcut, Katalan bölgesinin folklorik dansıymış. Bu bölgede sokaklar oldukça dar ve güzel, yani sokakları keşfetmenin en keyifli olduğu yerlerden. Katedralin içi de gotik mimarinin en güçlü örneklerinden biri sanıyorum. Yaz aylarında gittiyseniz katedrale gideceğiniz gün kıyafetinize dikkat edin.

barselona katedrali

Gelin sizi biraz da sahili götüreyim. Barcelonata bölgesi kış aylarında yazları olduğu kadar keyifli değil. Bence bu bölge kalabalık ve cıvıl cıvıl olduğu zamanlarda çok daha güzel. Kafelerine insanların doluştuğu, sokaklarda sokak çalgıcıları ve gösterilerinin olduğu bir sahil şeridi Barcelona’ya daha çok yakışıyor. Elbette bu benim turist olarak düşündüklerim, yerlilerinin de turistlerden çektiklerini düşünürsek onlar kış aylarındaki halini daha çok seviyordur herhalde:)

Biz bu gidişimizde Universitat Meydanı’na oldukça yakında bulunan Jazz Otel’de konakladık, otelin genelinden memnun kaldık ama özellikle konumuna bayıldık. Üniversite Meydanı’nda olduğundan çevrede çokça kafe, market ve uygun fiyatlı yerler var. Barselona’nın en merkezi noktalarından bir diğeri Katalonya Meydanı’na da çok yakın olduğundan her yere ulaşımımız çok rahat oldu diyebilirim.

İspanyol Meydanı taraflarına da gittik ama şu ışıklı gösteriyi bir türlü yakalayamadık. Montjuic daha önce çıktığımız ve bu kısa zamanda tekrar o kadar yorulmayı göze almadığımız bir nokta oldu ama 4 günlük bir ziyaret içine elbette çok güzel bir doğa yürüyüşü olarak konulabilir. Bu yürüyüşte karşınıza çıkacak olan Barselona manzaraları da ayrıca güzel oluyor.

Gelelim Barselona’nın lezzetli kısımlarına, yani yeme-içme bölümüne:) Artık bir klasik, Bacoa‘ya uğramadan olmuyor, hatta ilk gün o açlık haliyle öyle güzel yeniyor ki o kocaman hamburger. Anlatırken ağzım sulanmadı desem yalan olur:) Bu sefer patateslerini sevmediğim ve etinin az pişmiş geldiği konusunda uyarmam lazım, iyi pişmiş sevenler et tercihinizi özellikle belirtmekte fayda var.

bacoa

Costa Kafe‘ye oldukça fazla uğradık, kahvesi daha yumuşak içimli olduğundan memnun kaldık ama tatlılar birkaç çeşide şans vermemize rağmen bizi memnun etmedi maalesef. Cappuccino‘da ise her zamanki gibi limonlu muffin’e benzeyen kekleri oldukça hafif ve lezzetliydi, kahvaltı için sandviçleri de fena değil, aklınızda bulunsun. Kahvaltı için yine merkezi noktalarda bulunan Pans’ı tercih edebilirsiniz.

Turistik yerleri çok sevmediğimi biliyorsunuz, dolayısıyla La Rambla’nın Katalonya Meydanı’na yakın bölümünde bulunan La Poma‘ya otururken biraz endişeliydim ama içeri girdiğimde turistler kadar yerlileri de görünce biraz rahatladım. Mantarlı pizzası ve kalamarı oldukça lezzetliydi, fiyatlar da uygun. İlk defa da bir yerde Sangria’yı içebildim. Şarabın her çeşidinden deneyip sevemeyen biri olarak ilk gidişimde tattığım Sangria’yı da ne damak tadım ne midem kabul etmişti ama La Poma’da işler değişti:)

100 Montaditos, 100 çeşit sandviçin ve atıştırmalıkların olduğu tıklım tıklım dolu bir yer. İyi güzel de çok bekliyorsunuz, üstelik sandviçlerin minnacık olduğu konusunda kimse uyarmamıştı. 1 Euro’ya ne kadar büyük sandviç gelebilir ki zaten. Yani doymak istiyorsanız en az 4-5 tane yemeniz lazım. Lezzeti konusunda ise diyeceğim bir şey yok ama o kadar beklemeye değer mi emin değilim.

Neyse Barselona’da yemek çok da sorun değil, aç kalmazsınız merak etmeyin:) Barselona’da birçok yerde satılan turronlar da en uygun havalimanındaydı. Krokan tarzı olan çeşidinden dönüşte aldık, tadından da memnun kaldık. Ne getirsem diye düşünürseniz aklınızda bulunsun.  Özellikle farklı kafe ve restoran önerilerinin bulunduğu bir önceki Barselona yazıma da göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.