Geçtiğimiz hafta birçoğunuzun bildiği gibi Boğaziçi Üniversitesi’nde BÜ’yülü Bir Gün etkinliğindeydim. Bu etkinlik birkaç senedir düzenli olarak yapılsa da benim ilk katılışım, çünkü bu sene konuyu çok sevdim. “Yarından Sonra İnsan” temasıyla yarından sonra yemekte ne olduğundan sinemaya, müziğe birçok konunun ayrı panellerde konuşulduğu dolu dolu bir program. Keza paralel oturumlardan hangisine katılacağımıza karar vermekte çok zorlandık. Bir seyahat sever olarak programdaki tek eksiğin yarından sonra seyahat olduğunu söyleyebilirim:)
Program kapsamında katıldığımız ilk (ve son-kampüsün tarihi gezisi, tünelleri derken diğer konuşmalara vakit kalmadı) konuşma “Yarından Sonra Yemek”ti. Yemeksepeti’nin kurucusu Nevzat Tarhan, Neolokal’in şefi Maksut Aşkar, Carrefoursa Gıda Kategori Direktörü Ayşin Işıkgece ve MamaMe’nin kurucu ortaklarından Evrim Tankuş Hakyemez, Vogue Türkiye gurme yazarı Cemre Narin moderatörlüğünde “Yarından Sonra Yemek” panelinde buluştular. Bu konuşamadan aklımda kalanlardan biri Nevzat Tarhan’ın yemekte tutuculuğumuz üzerine yaptığı yorumlardı. Thai, Hint mutfaklarının İstanbul’da bu kadar az olmasını da bunun örneklerinden biri olarak gösterdi. Gerçekten de düşününce Avrupa’da gittiğimiz birçok büyük şehirde farklı mutfaklara daha sık rastlarken İstanbul gibi bir şehirde çok az sayıda rastlıyoruz. Keza bu az sayıdaki restoranlara da Türklerin gitme oranı ne kadar gerçekten hiç bilmiyorum. Yemeksepeti’nde en çok tercih edilenlerin de kebapçılar olmasına şaşırmamak lazım.
Carrefoursa’nın yaptığı çalışmalara da oldukça şaşırdım, hiç haberim yoktu. Örneğin; arıcılığı arttırılması üzerine birçok çalışmaları varmış. Muğla’da bal üretimini arttırarak çam balı ihracatını da arttırmayı hedefliyorlarmış. Adana’da narenciye yetiştirdikleri büyük bir arazileri varmış, ürünlerin ziyan olmaması için drone’larla izliyorlarmış. Bunun dışında birçok üründe aracıları aradan çıkarıp doğrudan üreticiden aldıkları bir sistem kurmuşlar. Teknolojinin böyle şeylere yaradığını da büyük bir marketin böyle işlere el attığını da duymak güzel geldi.
Yine Yemeksepeti’ne dönersek hangi sokağa hangi restoran açılsa iş yapacağına dair datanın ellerinde olduğunu söyleyen Nevzat Tarhan beni mahallelerin tektipliği üzerine düşünmeye itmedi değil. Yemek alışkanlıklarımızda bile çeşitliliği koruyamıyorsak farklı alanlardaki çeşitliliği hiç düşünemiyorum ya da farklı olsak da ortak noktamız yemek gözüyle mi bakmalıyız konuya bilemiyorum. İlk seçenekse biraz korkutucu elbette. Keza ikincisinden de çok memnun olduğumu söyleyemem, Türkiye içinde bile farklı yörelerimizin çok çeşitli güzel yemekleri varken biz tektip bir yemeğe yöneliyorsak bu da sıkıntılı bir konu bence.
Sanıyorum yakında evlerin mutfaksız olabileceğinden bahseden de yine Nevzat Tarhan’dı. Çalışma hayatındaki insanların mutfakta vakit geçirme isteklerinin azalması ya da sadece hobi olarak mutfağın kullanılması özellikle üst segmentte mutfaktan tasarruf eden evlere doğru gidebilir gerçekten de. Yine de yemek kültürü bu kadar zengin olan bir ülke olarak bunun öncelikle farklı ülkelerde gerçekleşeceğini sanıyorum; örneğin Amerika’da başlar ilk olarak herhalde. Bilemiyorum siz ne düşünürsünüz? Sizce Avrupalılar evlerinde mi dışarıda mı yemeyi tercih ediyor? Evde yiyorlarsa da paket servis mi acaba? Bu konuda çok bilgim yok ama gözlemlediğim kadarıyla Avrupa’da dışarıda yemek yemeyi seven şehirler var.
Yemekle ilgili en çok aklımda kalanlar bunlar oldu ama seyahatin konuşulmamasına üzüldüm. Yıllar geçtikçe seyahat nasıl olacak sizce? Daha mı çok seyahat ediyor olacağız yoksa yerlerimizde oturarak mı seyahat edeceğimiz araçları kullanıyor olacağız? Bir şehri koklamadan, sokaklarında gezip enerjisini hissetmeden sadece duyarak ve görerek seyahat etmek yetecek mi? Anılar için sesler ve görseller yeterli mi? Teknoloji yoluyla edeceğimiz seyahatler bizi yalnızlaştırır mı yoksa daha kolay mı iletişim kurmaya başlarız bilemiyorum ama gittiğimiz yerlerde özellikle simultane olarak çeviri yapan araçlar sayesinde iletişimimizin artacağını umuyorum. Dil bilmeyen birçok insan da farklı ülkelere seyahat etmekten daha az çekiniyor olacak. Uçaklarda ayakta yolculuk devri de başlar mı bilmiyorum ama uçakların içi lüks gemilere benzerse kısa süreli yolculuklarda çok şikayet olmaz sanıyorum:) Neyse konuşacak konular çokmuş, bu konuda da elbet bir panel olabilirmiş. Belki etkinliği düzenleyenlerden okuyan biri olur, mesajı verelim; bir dahaki sefere bekliyoruz:)
Bu arada etkinliğin diğer güzel bir yanı Boğaziçi’nde uzun zamandır istediğim tarihi kampüs turunu yapmaları oldu, hatta mezunlarından biri olan Saffet Emre Tonguç’a bu konuyu yazmıştım. 2 saatlik hem anılar hem tarih dolu bir turla üniversitemizin hiç bilmediğimiz yönlerini keşfettik. Tünel turunda hiç girmediğimiz yerlerini görmüş olduk. Tarihi orgun bugüne geliş hikayesini ve önemini, üniversitemiz için ne kadar güzel bir ayrıcalık olduğunu da bu etkinlikte öğrendik. Emeği geçen herkese de buradan teşekkürlerimi sunmak isterim:) Sizlere de Boğaziçi’nden yolunuz eğitim için geçmemiş olsa bile klasik müzik konserlerini dinlemek, harika manzarasını izlemek için Boğaziçi’ne bir turist olarak gitmenizi öneririm.