Padaria Ribeiro
Padaria Ribeiro Porto’daki ilk durağım. Lokaller tarafından önerilen pastanelerden biri, meydana geldiğimde önündeki sıradan neresi olduğunu anlamak zor değil. Dışardaki masalar yağmur dolayısıyla iptal, içerisi de dolu. Ayakta atıştırmak tek çözüm. Kruvasan almak niyetim ama Portekiz sınırlarına girdik madem nata denemesi yapmanın zamanıdır deyip bir de nata alıyorum.
Kruvasan ve kahveyle pastane içinde tezgahta kahvaltımı yapıyorum. Kruvasanı evde yapılan anne poğaçalarını andırıyor, mayalı hamur tadı var. Yumuşacık ve lezzetli ama kruvasan kategorisinde değerlendirilmeye bence açık değil. Nata’yı ise daha sonra yemek için yanıma alıyorum, 10 dk geçmeden onu da mideye indiriyorum. Kreması çok lezzetli, dış hamuru da öyle ama çook hafif bir yumurta kokusu var. İstanbul’da denediğim natalarda bu koku X5 katlanıyor gerçi ve üstelik kremaları da böyle lezzetli değil.
Santa Gloria Cafe
Eğer İspanya yazılarımı okuduysanız bu kafeyi hatırlamışşınızdır. Porto’nun da en merkezi noktalarından birinde kitapçıya çok yakın kocaman bir Santa Gloria Cafe var. İspanya’dakiler bu kadar iyi değil, doğruya doğru. Büyüklüğünün yanı sıra oturma düzeninin çeşitliliği de ayrıca iyi.
Gün uzun, şarjım az; biraz da gezilecek yerleri arkadaşımla gezmeye de bırakmam lazım. Sabahki kahvaltıdan sonra aç değilim, derdim dinlenmek. Biraz da enerji versin diye taze hazırlanmış havuçlu portakal suyu alıyorum. İçerde masa masa gezen güvercinler eşliğinde vitaminimi alıyorum. Porto’da çok fazla masaya gelmeye alışmış güvercinler, bizim deniz kenarlarındaki martılar gibi. Her yeri Afyon’daki köyüne benzeten Afyonlu teyzeye mi döndüm ne?:))
Honest Greens
İspanya yazımı okuyanlarınız haydaa diye içinden geçirmiş, “İspanya’da mısın Portekiz mi?” diye sormaya bile başlamış olabilir. Merak etmeyin bir sürü yeni yer denedim ama her İspanya gezimde durağım haline gelen Honest Greens Porto’nun en işlek alışveriş caddesinde karşıma çıkınca kendimi kahve içmek için buraya atmış buluyorum. Kaç saattir yürüyorum, gece otobüsle yolculuk etmişim, sizce de dinlenmek hakkım değil mi? İçeri girdiğimde çikolatalı tart da bana öyle güzel bakıyor ki, pardon ben ona öyle güzel bakıyorum ki hayranlıkla:)) Sanki çok yoruldun bir tatlıyı daha hak ettin diyor. Unsuz, şekersizmiş hem de, masum bir tatlı. Yulaf sütlü lattemle çok da güzel gitti.
Akşam yemek için farklı yerler arayışındayım ama gittiğim yerler ya kapalı ya da dolu. Üniversitelilerin de bir kutlaması var, tüm sokaklar kalabalık. Şöyle dilim pizza falan yesem diyorum, o da yok. Ah be İspanya’m ahh, seni şimdiden özledim. Birkaç yer bakındıktan sonra ayaklarım nereye gideceğini biliyor. Honest Greens yemek anlamında da güvenli bir seçim. İnşallah sabahki vardiya değişmiştir:) Bu şubede falafel yok, tercihimi acısız olan tavuktan yana kullanıyorum. Tadı biraz yavan, acılı alsaydım keşke ama neyseki yanındakilerle ve porsiyon büyüklüğüyle doyurucu bir öğün oluyor. Yine H2O barı tekrar doldurma opsiyonlu bardak alıyorum. 4 bardak farklı farklı doğal sularından içiyorum.
Nicolau Porto
Ertesi günün kahvaltısı bir kruvasanla doymayacak arkadaşımla olduğundan daha büyük porsiyonlar sunan bir yer seçmek gerekiyor. Bir önceki gün gezerken gözüme kalabalıklığı çarpan birkaç yeri not etmiştim. Nicolau da bunlardan biri, bakıyoruz puanı da yüksek, istikametimiz belli oluyor.
Nicolau ‘da az da olsa sıra bekliyoruz. Cam kenarı bar sandalyesine oturup gelen geçeni izlemeli sevdiğimiz modlardan birinde oturuyoruz.
Ben ıspanaklı ve mantarlı Florentine yumurta söylüyorum. Bilin bakalım nasıl geliyor? Patlattığınızda çiğ gibi akan o yumurta sarısı var ya, hiç denemem bile. Yumurtamda sarılık görmeye çok az tahammülüm vardır ama o kadar para verince mecbur yiyeceğim. Diğer malzemelerle ve ekmeğiyle o kadar lezzetli ki yumurtanın sarısına takılmıyorum, tek şikayetim porsiyonun küçük olması. Yanında da meyve suyu söylüyoruz, boğazlarımız hafif tırtıklı. Meyve suyu da şansımıza buzlu geliyor. Boğazlarımıza iyi gelsin vitamin olsun derken daha da kötü yapıyoruz. Fiyatlar kahvaltı için biraz pahalı ama her şey lezzetli. Arkadaşım da tercih ettiği avakadolu, pancar humuslu yumurta tabağından oldukça memnun kalıyor.
Leitaria da Quinta do Paço
Portekiz’in meşhur eklercisi. Ekler Portekiz tatlısı değilken niye meşhur bir eklerlercisi var diye sormadık, çünkü İstanbul’da yaşıyoruz. Ribeiro Pastanesi yanındaki Leitaria da Quinta do Paço’da klasik küçük eklerlerden tadalım dedik. Burada tabiki klasik harici birçok çeşit var, hatta yerlileri diğer seçenekleri önermişti. Klasiği yiyince belki de diğerlerini deneseydik farklı olur muydu diyoruz ama pek sanmıyoruz da. Bizim damak tadımıza hiç uymadı, aşırı tatlı bir kere. Yani İstanbul’da vasat bir ekler bile bundan daha iyi olabilir, üzgünüm. Siz eklerleri anavatanına, Fransa’ya bırakın en iyisi. Fotoğrafta el mankenliği yapan arkadaşım Semiha’ya da teşekkürlerimi borç bilirim:))
Hard Club
Hard Club local önerilerinde ismini duyduğum, konserler ve gece hayatı için önerilen yerlerdendi. Gece hayatı yaşayacağımız kadar çok kalmayacağımızdan gideceğimizi düşünmüyorduk. Lakin nehir kenarına inerken bastıran yağmur, o sırada Hard Club önünde insanlar görmemiz girelim bakalım ne varmış bu saatte dememize neden oldu. Hard Club’ın dışındaki manzara da fotoğrafta görüldüğü üzere. İçeri girdiğimizde henüz konser, eğlence yoktu ama insanlar bar kısmında içkilerini yudumlamaya başlamıştı bile.
Şöyle bir bakındıktan sonra tam çıkacakken üst kata giden merdivenleri fark ettik. Girişinde N’o Mercado yazıyordu. Merdivenleri çıktığımızda ise bizi kuzineli sobanın bulunduğu, değişik sandalye ve masaların yer aldığı hatta ortada bir Yunan tanrısıvari bir heykelin bulunduğu bir restoran karşıladı. Sanıyoruz henüz servis başlamamıştı ancak akşam için oturmak hoş olabilir diye düşündük. Tabi bizim otelimize biraz uzak olduğundan akşam için dönmedik. Hard Club’ın puanı yüksek ama restoranın düşük, yine de ortam açısından şans vermek istersiniz belki.
Café do Cais – Restaurante & Cocktails
Porto’da en sevdiğim kafelerden biri, bir diğerini de az sonra anlatacağım. Nehir kenarında gezinirken manzarası ne güzel bir kafeymiş diye düşünüp önünden geçtik. İlk etapta oturmadık çünkü ileride daha çok kafe vardır diye düşünmüştük ama çoğu restorandı ve doluydu. Ribeira Meydanı’ndaki otelin kafesine oturalım dedik ama manzaramızı kapayan bir yol yapım aracı önümüzde duruyordu. Ayrıca fiyatlar da hiç de az değildi. Döndük dolaştık aklımız kalacağına paramız kalsın dedik ve Cafe do Cais‘e oturduk.
Hasır görünümlü şık sandalyeleriyle gönlümüzü zaten fethetmişti, bir de en ön sırada yer bulunca daha da mutlu olduk, en azından yağmur başlayana kadar. Üstelik fiyatlar da otelin kafesine göre daha uygundu. Hem köprüyü hem nehri gören manzaramız oldukça keyifliydi. Gelen geçen insanları izlemek, fotoğraf çekmek için de uygun bir noktaydı.
Ponte Pensil
Cafe do Cais’den sonra körpünün üzerinde yürürüz, karşı kıyıya geçeriz diye düşünüyorduk. Köprü üstünde manzara fotoğrafları çekerken Ponte Pensil’i gördük ve bayıldık. Tam nehir kenarında, köprünün dibinde bir bar. Canımız da kokulardan ötürü patates kızartması çekmişti, belki vardır ümidiyle hop geri dönüp oturduk ama yokmuş. Yine de cips ve bira eşliğinde yağmura rağmen nehrin tadını çıkarmak çok keyifli oldu. Üstelik en kıyı kesimdeki oturma yerleri açık bile değilken böyle keyif aldık. Birçok kişi de yemek için tercih etmişti. Güneşli bir günde nehir manzarasının ve arkadaşınızla koyu sohbetlerin ya da romantik bir buluşmanın tadını çıkarmak için en iyi yer olabilir.
Mercado Beira-Rio
Mercado Beira-Rio önünde bazı yerlerde Porto şarapları tadımı için restoranlar vardı. Benim şarapla aram olmadığından doğrudan bir restorana oturmak içime sinmemişti ama mercado’yu görünce hadi girip bakalım oldum. İçerde şarap tadım göremedik ama kroketler ve Pintxos (küçük ekmek üstü tapaslar) ilgimizi çekti. Piadina Mia‘dan aldığımız özellikle mozzeralla ve domatesli pesto soslu pintxos çok lezzetliydi. Tavuk kroketleri aldığımız yerin ismini hatırlamıyorum maalesef, bildiğimiz anlamda bir tavuk kroketten farklı kremamsı soslu bir tavuk ortasındaydı, dışı da patates püresi kaplı çıtır bir kroketti.
Museu d’Avo
Porto’da hayran kaldığımız bir yer daha. Adeta içi müze gibi bir restoran. Loş ışıklı ortamıyla romantik bir datenight için mükemmel. Ya da karnı zil çalan ama ortamın ruhunu da içine çekerek başlangıcı yapanlar için diyebiliriz. Masaya ilk olarak zeytin, ekmek, peynir ve jambon geliyor ancak bunları ikram sanmayın, zira ücretli. Dilediğinizi geri gönderebiliyorsunuz. Ekmeği tutun bence, birazdan tereyağlı karidese banacaksınız, hem onlar da banıyor:) Kalamar, tereyağında karides ve Portekiz’in ünlü yemeği francesinha söyledik. Deniz ürünleri çok lezzetliydi ama francesinha biraz kuru geldi. Burada bir de beyaz şaraptan yapılma orman meyveli sangria denedik, ba-yıl-dık. Klasik sangriadan çok daha lezzetli olmuş meyve ve şarap uyumu.
İşletme sahipleri ve çalışanları da çok tatlı bu arada. Francesinha’yı yerken gelip nasıl yiyeceğimizi, karidesin sosuna ekmek banmamızı işaret diliyle anlattı sahibi. Loş ortamından ötürü maalesef fotoğraflar telefon kamerasıyla çok güzel çıkmıyor, en iyisi siz gidip deneyimleyin.
Mesa 325
Son gün kahvaltı için Mesa 325’e gidiyoruz. Ahh kruvasan kahve ikilim seni nasıl da özledim. Buranın dekorasyonu ilginç. Sanki insanların çalışması için oluşturulmuş adeta okulda bir sınıfı andıran bir masa düzeni var. Girişteki koltuklarsa tam bizlik, şansımıza boş, hemen oturuyoruz. Bizim gibi dışarıyı izlemeyi seven köpüş de en güzel yeri kapmış kafedeki, kendine ait bir yastığı var, arada teftişe çıkıyor yorulunca gidip yatıyor. Kruvasanı çok lezzetli, ilkini yedikten sonra dayanamayıp ikincisini alıyor ve arkadaşımla bölüşüyoruz. Onu da kruvasan kahvaltılarına alıştırsam keşke…
Chocolataria Ecuador
Bu çikolatacı da lokal önerilerinden… Tabi eklerden sonra biraz şüpheyle yaklaşıyorum. Dükkanı minik ama şık, bir girip bakalım diyorum, çikolata kokusuna hiçbir zaman hayır demem sonuçta. Çikolatalardan sadece paket değil tekli olarak da istediğimiz çeşitlerini alabileceğimizi görünce denemeye karar veriyoruz. Daha doğrusu bu benim kararım ama arkadaşım da eşlik ediyor sağolsun.
Ben aslında sadece marzipanlı çikolata falan yerim hatta çikolatayı salt yemek yerine çikolatalı tatlıları tercih ederim. Burada değişik meyveli çeşitlerini görünce passion fruit ve raspberry aromalı olanlardan denemeye karar veriyorum. Ayy ağzımın içinde bir bayram havası:) Lezzetli olacaklarını hissetmiştim ama çeşitlere doğru mu karar verdim emin değildim. Tabi siz damak tadınıza göre karar verin yine de.
Do Norte Hungry Biker
Hungry Biker kafelerini Porto’nun birkaç yerinde görebilirsiniz. Biz Kuzey temalı olanı görünce adeta çekildik. Belki sadece güneyin samimiyetinin ve sıcaklığının ortasında farklı geldiği içindir, kimbilir. Birazcık sıra bekledik, sonra paylaşımlı bir masaya oturabildik. Ortam keyifli, duvarlarda kuzey temalı objeler asılı. Arkadaşım Semiha Oslo’ya gidemeyip Porto’ya gelmişti, ona birazcık Oslo havasını burada yaşatalım madem:) Gerçi Porto da güney havası yaşatmıyor pek ama neyse.
Ben kahve söylüyorum, Semiha mimoza. Hiç denenememiş bu içkiyi, hoş ben de denemedim ama mimozaeverywhere’den duymuştum, ismiyle aynı olup pek sevmediği bu içkiyi. Narenciye aromalı içkiler pek benlik de değil. Neyse benim kahvem geldi, biz koyu sohbet muhabbet modu. Kahvem bitti, mimoza hala ortada yok. Dedik iptal edin biz gidiyoruz. Tam ayağa kalktık, ellerinde iki bardak mimozayla bize doğru geliyorlar. Aaa dediler gidiyorsanız take away yapalım, zira çok üzgünüz, bunlar size ikramımız. Gönlümüzü aldılar sonuç olarak, yani bad review yazmazdım ama bir çift lafım olurdu elbet:)
Fabrica Nata
Nata Lisboa arkadaşımın listesindeydi ama alışveriş caddesi üzerinde yürürken Fabrica Nata’nın ne kadar kalabalık olduğundan bahsetmiştim. Bunu önünden geçerken kendisi de fark etti ama biz Nata Lisboa’yı hedeflediğimizden ona kadar gittik. Bir de ne görelim, bomboş, tek bir insan bile yok. Bir anda listemize Fabrica Nata eklendi. Pişman mıyız hayır? Nata o kadar mı lezzetliydi? Evet! Oooh hamurişi ve tatlıya doydu mideleriniz diyorsanız dahası var, az sonra (utanan maymun emojisi) 🙂 Fabrica Nata’yı Porto sınırları içinde çok beğendik, ama Lizbon’daki ile ilgili yorumum tabiki Lizbon yazısında. En iyi nata Lizbon’da nerede yenildi? Flaş flaş flaş..
Mercado do Bolhão
Bu marketin önünden Mesa325’e giderken geçmiş ve aklımızın bir köşesine atmıştık. Akşam Lizbon’a otobüsle geçeceğimizden uzun uzadıya bir yemek faslı yapmak istemedik. Markete girip önce şöyle bir dolaştık. Girişte sağdaki ilk tezgahlardan birinden kişler aldık, sıcacık tazecik lezzetli:) Hemen birkaç tezgah ötede deniz ürünleri cenneti Portekiz’den bir balıkçı tezgahı, istridyeyi ilk defa denemek için iyi bir yerdeyiz sanki. Phil Rosenthal (Netflix’te izlemediyseniz lütfen hemen izleyin, Somebody Feed Phil programının adı) birkaç programında o istiridyeleri iştahla mideye indirirken merak etmemiş değildim. Sorun şu ki ben deniz kokusunu sadece denizin kıyısında ya da kendi üstümde seviyorum, yediklerimde değil:)
Codfish’i meşhur Portekiz’in, codfish cake alalıyoruz ama nedense biraz kuru geliyor bana, ben yağlı balık severim. Şöyle mis gibi kızarmış mezgit ya da dil balığı olsa da yeseydik:) Ekmek üstü pintxos alıyoruz yine ama nehir kıyısında yediklerimiz kesinlikle daha başarılıydı.
En sevdiğimiz kiş oldu, döndük dolaştık midemiz boş kalmasın aman daha yolumuz var diyerek yine birer tane daha kiş aldık. Evet karbonhidrat dolu midemiz ve biz, çünkü adeta artık iki ayrı varlığız midemizle, toplam 4 varlık yola çıkmaya hazırız:) Lizbon bizi bekler, beklemese de gidiyoruz kucak açsın yeter daha doğrusu.
Porto Gezi Rehberim için buraya tıklayınız.