Porto Gezi Rehberi

Porto

İspanya-Porto Ulaşım

Porto’ya iş gezisi için gittiğim Madrid seyahatim sonrası geçtiğimden Türkiye’den direkt uçmadım. Otobüsle mi geçsem uçakla mı diye uzun uzun düşündükten sonra otobüse karar verdim ve Madrid’den Porto’ya Flixbus ile 8 saatlik bir yolculuk sonunda ulaştım. Yolculuk prizlerin çalışmaması dışında iyi geçti diyebilirim, üstelik en son ne zaman otobüsle bu kadar uzun yolculuk yaptığımı hatırlamıyorum bile. Tabi bunda yanınızdaki koltuğu da avantajlı bir şekilde satın alma fırsatı sunmalarının da payı büyük. Molalarda hiç inmedim, İspanya da Portekiz de Schengen sınırları içinde olduğundan sınırlar arası kontrol de olmadı.

5:45’te Porto Campanha terminaline varmıştık, hava henüz aydınlanmamıştı bile. Terminalin yeni açılan kafesinde biraz oturup öyle gitmeye karar verdim. Tabi günlerden Pazar olduğu için ne kadar beklersem bekleyeyim çok fazla insana rastlamam olası değildi. Kafede belirli bir fiyat altı alışverişte (sanırım 5 Euro idi) peşin ödeme yapmanız gerekiyor, aklınızda olsun.

Terminalden metroya nasıl geçeceğimi İngilizce bilmeyen yaşlı bir amcayla bir şekilde anlaşarak çözdüm. Terminalin bir üst katına çıkıyorsunuz, içinden bağlantı var ama oklar maalesef yetersiz kalıyor. Duraklarda bilet almak için makine var, ancak İngilizce değil, neyseki ben İspanyolca bilgimle az çok anlayarak hallettim. İspanyolca bilmiyorsanız da korkmanıza gerek yok. Seyahatime akşam katılacak olan ve havaalanından metroya bilet alırken aynı sorunla karşılaşan arkadaşım da deneye yanıla doğru bileti almış:) Hiç para kaybetmeden. Arkadaşım da Barcelona’dan Porto’ya Vueling ile uçarak geldi. Uçak bilet fiyatları da İspanya’da özellikle tercih edilmeyen saatler için uygun; yani sabah erken ve akşam saatleri. Hatta ben otobüste iki koltuk alınca uçaktan hala fiyat olarak uygun olsa da arada 5-8 Euro civarı çok küçük bir fark vardı diyebilirim.

Gitmek istediğim durak olan Trindade’den birçok metro geçiyor gözükse de hangi metroya bineceğime, hangi perondan kalktığına bir türlü emin olamadım. Benim bulunduğum peronda çok insan da olmadığından, daha fazla insan gördüğüm perona geçerek orada yine İngilizce bilmeyen yaşlı bir amcayla anlaşarak doğru metroya bindim. Sanıyorum hangisine binersem bineyim bu duraktan geçecekmiş ama olsun işimi garantiye aldım. Porto’lu bu amca bizimkiler gibi bana her şeyi göstererek anlattı, durağıma yaklaştığımda ben anlamıştım zaten ama yerinden kalkıp bir sonraki durakta ineceğimi bile bana işaret diliyle anlattı:)

Metrodan indiğimde ise beni Porto’da aşırı yağmur bekliyordu, otele yürüme mesafem 6 dk gösteriyor ama terminalden dışarı adım atamıyorum, öyle bir yağmur. Durak içinde de karşı kapıdan çıkmak istiyorum, nasıl gideceğimi çözemiyorum ve yine soracak insan yok. Asansör çalışıyor neyseki, bir aşağı bir yukarı sonunda buluyorum:) Biraz bekledikten sonra yağmur azalır gibi olunca adımımı atıyorum ama bu sefer de harika altyapısı ile göle dönmüş yollardan valizle geçmek gibi bir zorluk beni bekliyor. Yani Porto ile başlangıcımız bir aşk hikayesinden ziyade nefret hikayesine dönüşüyor gibiydi. “Büyük aşklar nefretle başlar mı?” diyorsunuz içinizden yoksa? 🙂

Porto’da Konaklama

Otele vardığımda saat sabah 7 civarıydı ve tabiki odamın hazır olması bir hayaldi. Vera Cruz Porto Downtown Otel‘de yer ayırmıştım. Lobide eşyalarımı bıraktım, elime bir harita aldım, biraz lobide dinlendikten sonra yağmurlu sokaklara kendimi yeniden attım. Sonuçta oturmaya mı geldik:) İlk defa Portekiz’e gelmişim, yağmur da çamur da olsa bu şehir gezilecek.

Konaklama bölümündeyken Porto gezime başlamadan önce otelden de size biraz bahsedeyim. Öncelikle çok merkezi olması en büyük avantajı. Odaları ise biraz fazlaca küçük, özellikle iki kişinin ayrı valiz açması için çok zor oluyor. İlginç bir yanı da odası küçük iken banyosunun kocaman olması. Keşke banyodan alıp biraz odaya katsalarmış. Odalar normal daire gibi kilitleniyor ve anahtarınızı her çıkışta lobiye veriyorsunuz. Bir de en üst katında barı var, gitmeye niyetlenip bir türlü fırsat yaratamadığımız. Sadece 2 gece kaldığımızdan çok şikayetçi olmadık. Son gün çıkarken yerimiz var isterseniz uzatın dediler. Yok Lizbon’a geçiyoruz deyince ne var ki Lizbon’da niye gidiyorsunuz demesinler mi:)) Lizbon mu Porto mu fikrimi ise yazı sonuna bırakıyorum.

Porto’da Gezilecek Yerler

Guilherme Gomes Fernandes Meydanı

Guilherme Gomes Fernandes Meydanı

Otelden çıkınca derdim bir şey görmekten ziyade kahvaltı etmek. Kahvaltı için ilk olarak Guilherme Gomes Fernandes Meydanı’na geliyorum. Meydan küçük ama yan yana sıralı dükkanlarının dar ve az katlı halleri birazcık yeşille de birleşince tatlış bir meydan yaratmış. Sevmeye mi başkadım sanki bu şehri?

Igreja do Carmo (Carmo Kilisesi) ve Igreja dos Carmelitas

Igreja do Carmo

Porto Üniversitesi rektörlüğünün de bulunduğu Gomes Teixeira Meydanı’nda yer alıyorlor. Ben tamamen tesadüfen iniyorum buralara, zira merkezi olduğundan birkaç kez geçiliyor elbette. Yan yana iki kilise olduğundan ikiz kiliseler diye adlandırılsa da aslında arada çok dar bir ev bulunuyormuş, ben bunları hiç fark etmedim ama olsun siz gidince daha dikkatli bakarsınız. Igreja do Carmo’nun dış sağ yüzeyi Porto’nun mavi-beyaz azulejo dedikleri seramikleri ile kaplı. Belki Avrupa’nın diğer bölgelerinde görmediğimiz türden olduğundan belki de denizi andırdığından görsel olarak çekici yapmış kiliseleri diye düşünüyorum ama içine çekiyor mu derseniz çok emin değilim. Zira bende girme isteği uyandırmadı. Girişi ücretli kiliseler de bu kadar kilise gördükten sonra içine çekemiyor beni zaten.

Livraria Lello

Gelelim Porto’nun en ilgi çeken yerine, meşhur tarihi kitapçısına. İlk önünden geçtiğimde orada olduğunu bilmediğimden bu kalabalık bu küçücük bina önünde ne bekliyor acaba demiştim. Yoksa orası burası mı derken gördüm ismini. Yani nedense kafamda daha büyük bir yer göreceğim gibi bir algı var. Uzayıp giden kuyrukları görünce arkadaşıma erken saatte gelelim diye tembihliyorum. Fotoğraftaki sıra madalyonun sadece bir yüzü, sakın aldanmayın:)

Livraria Lello

Bileti online alıp belirli bir saat için rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Kitapçı önünde wifi var, bileti orada da alabilirsiniz. Biz çok erken gidemesek de Salı günü öğleden önce gittiğimizde kuyruğu makul görüp bileti orada aldık. İçeriye belirli bir sayıyla insan aldıklarından içeride tıklım tıklım hissetme gibi bir durum olmadı. Hatta ilk girdiğimizde merdiveni boş bulup birkaç kare yakalayabildik.

Giriş çok pahalı böyle bir kitapçı için, ancak kitap aldığınızda bilet fiyatını düşüyorlar. İnsanların hiçbir şey almadan kuru kalabalık yaratmasını sanırım bu yolla önlemeye çalışmışlar, çünkü eskiden giriş ücretsizmiş. 1906’dan beri açık olması elbette etkileyici, düşününce Cumhuriyet’ten bile eski. İçinin mimarisi hoş, tüm fotoğraflarda öne çıkan merdiveni en hoş unsur elbette. Tavanı da merdiveni kadar fotoğraflanmamış olsa da diğer bir öne çıkan etkileyici öğe. Ayrıca üst katta merdiveni çıkar çıkmaz Orhan Pamuk’un bizi karşılaması da ayrı bir gurur olmadı değil. Çalışanlardan biri yanımıza yaklaşıp merhaba deyince de şaşkınlığımızı gizleyemedik ama neden bilmem neden Türkçe bildiğini de sormadık:)

Biz tanıdık kitapların kendilerinin basımını yaptığı kapak tasarımlarını beğendik. Küçük Prens, Tom Sawyer, Oz Büyücüsü vb. klasikleri değişik kapaklar ve kağıtlarla basmışlar. Modern çocuk kitapları da oldukça geniş yelpazede olduğundan kararsız kalmakla birlikte Küçük Prens’i tercih ettik. Maalesef bilet fiyatı indirimi kitap dışı ürünlerde geçmiyor, yoksa bazı defter ve çantalara da bayılmadık değil.

Buranın bir başka ünlü olmasına yol açan unsur da Rowling’in Porto’da üniversitede çalıştığı zamanlarda Felsefe Taşı’nı yazarken buradan esinlendiği söylentisi. Ayrıca Diagon Alley’deki Flourish and Blotts kitapçısına da buranın ilham olduğu yazılmış, o detayda hatırlamadığımdan yorumu yeni izleyenler varsa onlara bırakıyorum.

Portekiz Fotoğrafçılık Merkezi

Portekiz Fotoğrafçılık Merkezi

Portekiz Fotoğrafçılık Merkezi Spottedbylocals’da önerilen yerlendendi. Eskiden hapishane olup şu an fotoğrafçılık merkezi olarak kullanılıyor olması ve girişinin de ücretsiz olması üzerine neden ziyaret etmeyelim dedik. Fotoğrafa dair eskiden yeniye ne varsa görmek mümkün, fotoğrafçılığa ilgi duyanlar için nostaljik bir yolculuk adeta. Merkezin küçük pencerelerinden hoş bir Porto manzarası da yakalanabiliyor. Hapishane olarak kullanıldığını mahkumların resim ve hikayelerine adanmış bazı bölümler olmasa ve Spottedbylocals’daki yazıdan bilmiyor olsak anlamazdık.

Clerigos Kilisesi ve Kulesi

Clerigos Tower

Clerigos Kulesi yine merkezde ister istemez gördüğünüz noktalardan. Tepesinden Porto manzarasının güzel olduğunu okumuştum ama Porto’ya gerçekten bu kadar tepeden bakmaya gerek var mı emin değilim. Belki çok açık bir havada daha anlamlı ama biz biraz puslu havalara rastlıyoruz. Bir de İstanbul manzaralarına alışık birileri için Porto manzarası ne kadar etkileyici olabilir diye düşünüyor insan? Neyse sonuç olarak biz girmedik ama kuleyle birlikte yol ve meydan güzel fotoğraflar veriyor. Ayrıca kulenin karşı çaprazında 2 kez aynı müzisyen çalıyordu, geçerken günümü güzelleştiren detaylardan biriydi. Denk gelirseniz biraz soluklanıp Porto’nun içinizde yarattığı tüm hislere müziğin eşlik etmesine izin verin.

Douro Nehri

Bence Porto’nun en keyifli bölgelerinden biri Douro nehri kenarı. Nehre merkezden inerken güzel meydanlara rastlıyorsunuz, butik dükkanlar, hoş evler ve kafeler mevcut. Kahve ya da yemek konusunda nehre inene kadar sabretmenizi öneririm. Zira bizim gibi nehir kenarına masaları atmış restoranlar ve kafeler. Hava güzelse manzaraya karşı yemek ya da kahve keyfi yapmak oldukça keyifli, biz sadece kahve, bira ve Porto şarabıyla yetindik:) Yetinme halimiz çok iyi değil mi?

Porto Meydan

Luis Köprüsü’nün tepesinden yürüdüğünüzde manzaralar daha güzel oluyormuş ama tepeye çık, sonra bir de rüzgarda yürü derken bu kısmı atlamayı tercih ettik. Birinci katından da yeteri kadar manzara görüyoruz. Özellikle gün batımına denk getirirseniz nehir kenarında, köprü üstünde çok güzel fotoğraflar yakalayabilirsiniz.

Douro River

Nehrin karşı kıyısında da (Gaia) güzel restoran ve kafeler mevcut. Ayrıca şarap tadımı yapabileceğiniz mahzenler de var. Ara sokaklarından birinde (Dom Afonso III) Porto’nun çokça fotoğraflanan, geri dönüştürülmüş malzemelerden yapılmış duvar sanatı örneklerinden tavşan (Half Rabbit) var.

Half Rabbit Murali

Igreja Paroquial de Santo Ildefonso

Dışardan en heybetli gözüken kilisesi. En çok mavili beyazlı seramikleri de bu kiliseye mi yakışmış yoksa uzaktan görmenin verdiği bir ilüzyon mu emin değilim. Az değil 11000 adet bu seramiklerden kullanılmış yapımında. İçine girilmiyordu biz iki kez önünden geçtiğimizde. Fotoğraflardan içine girenler olduğunu gördüm ama içi zaten dışı gibi etkileyici değil diye anlıyorum.

Capela das Almas (Ruhların Şapeli)

Capela das Almas

Alışveriş caddesi üzerinde bulunduğundan ve girişi ücretsiz olduğundan en kalabalık şapellerden biri. Neyseki biz daha az kalabalık zamanına denk gelip içine de girebildik. Keşke içinde de bu seramikleri serpiştirmek yerine bol bol kullansalarmış diye düşünüyorum, farklı ve etkileyici olurdu.

Porto Sokakları

Porto’nun sokakları bence en görülmesi gereken yerleri, yani birinden çıkıp diğerine girin ve evlerin güzelliğine hayran olun. Porto’daki çoğu ev farklı biçimlerdeki kendilerine özgü seramiklerle kaplı, sokaklara renk ve desenleriyle canlılık katıyor ister istemez. Özellikle iki alışveriş caddesi arası Cedofeita’nın bir ucundan Santa Catarina’nın bir ucuna yürürken hiç turistik olmayan noktalarda en güzel örneklerine rastladım diyebilirim. Rua Alvares Cabral mesela bu anlamda hoş sokaklarından biriydi.

Porto evleri

Gittiğim gün üniversiteye yeni girenlere hoşgeldiniz kutlamaları vardı ve şehrin her yerinde simsiyah giyinmiş adeta Harry Potter stilinde öğrenciler geziyordu. Siyah üniformaları giyenler genellikle üst sınıflarmış ve bu bir gelenekmiş. Bense ilk gördüğümde dini bir rolleri mi var acaba diye düşünmüştüm:) Sabah yürüyüşler ve marşlarla başlayan kutlamalar akşam da devam etti.

Rua Actor Joao Guedes üzerine rengarenk ve yine çok fotoğraflanan sokak sanatlarından biri mevcut: Painel de Azulejos Joana Vasconcelos. Aslında burası bir Steak’n’Shake restoran, restoranın dışı Joana Vasconcelos tarafından seramiklerle kaplanarak sanatsal bir hale dönüşmüş. Sizce de iç açıcı değil mi?

Painel de Azulejos Joana Vasconcelos

Passeio Alegre ve 18 No’lu Tramvay

Lizbon’daki kadar yaygın ve yerli halk tarafından kullanılır olmasa da Porto’da da nostaljik tramvaya binmek turistik aktivitelerden biri.18 No’lu tramvay sizi nehir boyunca Porto’da gezdiriyor. Son durak Passeio Alegre. Bu bölge nehrin okyanusla birleştiği yer ve fener tarafına rüzgarlı bir günde giderseniz büyük dalgaların kıyıya vuruşuna şahit olabilirsiniz. Eminim ki bu bölge yazın çok hareketli oluyordur ancak biz gittiğimizde sadece nehir kenarında kız kıza arabada bir şeyler içmeye gelenler vardı. Parktaki restoran/kafe bile kapalıydı.

Porto Nostaljik Tramvay

Biz biraz geç gittiğimiz için son tramvaya sadece 40 dakika gibi bir vakit olduğundan çok keşfedemedik ama biraz daha ilerleyip kumsalların oradan iç bölgelere girerseniz Foz bölgesinin sokaklarına girmiş oluyorsunuz ve buranın da çok güzel olduğunu yerlileri yazmıştı. Bu bölge bana daha yazlıkları gibi kullandıkları bir hava verdi, belki biz gezseydik de yazın olduğu tadı alamayabilirdik. Yani yazın bir kez daha gitmek lazım diye kendime not:)

Porto’da Alışveriş

Porto’da alışveriş için en bilinen cadde Rua de Santa Catarina. Burada hem bildiğimiz markalar hem de Porto’ya özgü markalar yan yana sıralanmış halde. Ayrıca restoran ve kafeler de olduğundan en hareketli caddesi. Butik işletmelerden ziyade daha zincir olan markalar mevcut.

Rua Santa Catarina'dan Görünüm

Bir diğer alışveriş caddesi için Rua Cedofeita diye yazmışlardı ancak ben bu caddede alışveriş edilecek yerler yerine daha çok brunch için güzel kafelere rastladım.

Porto merkezden Clerigos Tower yanından indiğinizde hediyelik eşyacılar mevcut. Clerigos Tower’dan nehre doğru inen ara yollarda ise daha butik işletmeler keşfedebilirsiniz. Biz çok tatlı bir amcadan küpeler aldık, aynı zamanda çok güzel tişört butikleri gördük.

Son olarak da nehrin karşı kıyısında Gaia tarafında tezgahlar açan takıcılar, hediyelikçiler vardı. Buradan da çok güzel, Porto’ya özgü küpeler aldık. Evet küpeler genel olarak Porto’da güzeldi anlayacağınız. İlk bakışta baykuşa benzeyen ama aslında Portekiz’in haritadaki şeklini resmeden Portekiz Kalbi takılarda çokça işlenmiş.

Porto’da Gidilecek Restoran ve Kafeler

Porto’da çok keyifli mekanlar keşfettik, bazı yerlerinde damaklarımız bayram etti. Bu yazıyı uzatmamak için mekanları farklı bir yazıya sakladım. Yazıma linkten ulaşabilirsiniz.

Porto Hakkında Genel İzlenimlerim

Porto mu Lizbon mu sorusunun cevabı herkese göre değişecektir ama benim için Porto oldu. Küçük ama belki de bu yüzden dokusunu daha iyi korumuş. Gezmesi de daha kolay, evet yokuş burada da sorun ama genel olarak taşıt kullanmadan bu sorunu aşabiliyorsunuz. Yani sonuç büyük aşk nefretle mi başladı derseniz büyük aşk demem ama küçük bir gönül meselesi yaşandı bence:) Kalbimin ufak bir parçasını bıraktım, dönüp alırım diye umuyorum.

Biz 2 gece kaldık ama 3-4 gece özellikle yaz aylarında gittiyseniz tadını çıkarmak için daha iyi olur. Alışveriş için çok uygun fiyatlı değil, yine de kendi markalarında en azından farklı ürünler bulabiliyorsunuz. Çoğu kişi İngilizce bilmese de İspanyolca anlıyor, eğer İspanyolca biliyorsanız çok sıkıntı yaşamazsınız.

Porto’da sıkıntı yaşadığımız şeyse market bulmaktaki zorluk oldu. Öyle İspanya’daki gibi adım başı market yok maalesef, o yüzden gördüğünüz an almanız gerekenleri alın derim.

Dönüşte Lizbon’a geçmek için terminale giderken taksi kullandık, Porto küçük olmasına rağmen akşam saatleri trafik çok kötü oluyor; özellikle iş çıkışı ise. O yüzden tavsiyem bu saatlere denk gelen uçuş/otobüslerde temkinli gitmeniz ya da metro kullanmanız olur.