Kopenhag’da Gezilecek Yerler

Kpenhag Nyhavn

Kopenhag’da 4 gün öyle güzel geçti ki gezinin sonunda kötü bir şey olmadan dönsek derken 2 aydır yaptığım tüm gezilerimin fotoğraflarının bulunduğu fotoğraf makinemi uçakta unuttuk. İçindekileri yedeklememiş olduğuma çok üzüldüm.. Neyse bir dahakine yedeklemeye üşendiğim her şeyi iki kere düşüneceğim.

Bu kayıptan sonra tekrar yazmaya başlamak çok zor oldu, özellikle fotoğrafları seçerken çok zorlanacağımı hissettiğimden bir türlü kalbim yazmaya gitmedi. Hayatımda olan biten diğer şeyler de cabası oldu. Merak etmeyin şimdi daha iyiyim.

Bazen sadece yazmaya başlamak gerekiyor. Kelimelerin akmasına izin vermek…

Kopenhag havalimanına ilk ayak bastığımda biraz karışık gelmişti. Neyseki sonrasında oldukça kolay bir şekilde gezebildik. Elbette bunda merkezi konumda olan otelimizin katkısı büyük, hem merkezi hem de uygun fiyatlı olan Cabinn City‘den genel anlamda memnun kaldık.

İlk gün Kopenhag’ın turistik eğlence parkı Tivoli’nin önünden geçerken girsek mi acaba diye düşünüp sonraki günlerde bu kadar para vermeye gerek var mı diyerek vazgeçtik. Belki yılbaşında kurulan yılbaşı pazarıyla gitmek daha anlamlıdır ancak yazın kararmayan hava eşliğinde ışıklı hallerini de doğru dürüst göremeyeceksem çok anlamlı değil gibi geldi. Üstelik içindeki restoranların da tadını çıkarmak Danimarka fiyatlarında çok da mümkün gözükmüyordu.

Biz de ilk gün otelimize yakın yerlerden gezmeye başladık. Bir sürü renkli ev sokağı kaydetmiştim tabiki ancak gezdikçe gördüm ki çok da gerek yokmuş kayıt tutmaya; çünkü hemen her sokak böyle. Ücretsiz olarak içine girebildiğiniz Belediye Binası’ndan başladı gezimiz. Stockholm ile karşılaştırmamak elimde değil, aynı bölgede olmasına rağmen iki şehir birbirinden o kadar farklı ki… Belediye Binası da bu farklardan biri, nerede o Stockholm’daki City Hall gösterişi. Elbette sadece Belediye Binası değil, insanların güzelliği-yakışıklılığı da Stockholm’de oldukça dikkat çekiciyken, burada daha sıradan bir sarışın-kumral nüfus var; yani gözümüz gönlümüz Stockholm’daki gibi açılmadı:) Sonra Stockholm’daki babaların çocuklarına bakmaları o kadar göze çarpıyor ki Kopenhag’da da çok çocuklu aileler görsek de baba faktörü çok göz önünde değil sanki.

Belediye Binası ardından ünlü bir kilisesine (Church of Our Lady) giriyoruz, kilise de elbette gösterişten uzak. Minimalizm felsefesi eski zamanlarda da mı varmış? Diğer kiliseler de dışarıdan daha ihtişamlı gözükse de içine girdiğinizde aynı ihtişamı bulamıyorsunuz. Church of Our Lady\’e giderken Grabrodretorv diye bir meydandan geçiyoruz, kafelerin de bulunduğu bu meydan hoşumuza gittiği için notlarım arasına almışım.

Church of Our Lady’nin hemen yanında Kopenhag Üniversitesi‘ne rastlıyoruz, üniversitelere zaafım var sanıyorum. Görünce dayanamayıp giriyorum, neyseki Avrupa’daki üniversitelere giriş serbest. Üniversiteler nedense bana huzur ve güven veriyor. Eski binalar ve avlu mantığında olan üniversitelerde ayrıca kendimi evde hissediyorum. Belki ileride bir gün böyle bir yerde çalışırım, kim bilir:) Üniversitenin avlusunda tatlış fotoğraflar çekip meşhur mavi eve doğru ilerliyoruz.

Kopenhag Renkli Evler

Meşhur mavi ev de kilise yakınlarında, Larslejs Sokağı’nda.. Kapısına gidip bir hoşgeldiniz yeni evime pozu vermeden olmaz, ama daha güzel evler görmüşken neden bu mavi ev bu kadar meşhur olmuş anlamıyorum. Örneğin, fotoğraftaki yeşil ev bence kesinlikle çok daha güzel ama kapısından dolayı meşhur olamamış sanıyorum. Bu çevredeki sokaklar sadece evleriyle değil, evlerin altındaki kafelerle de oldukça renkli. Özellikle St. Peters’ Church’un yanındaki sokaklar (Sankt Peders Sokağı ve Telglgard) bu anlamda en güzellerden biri. Daha sonra bir kahve için gelmek üzere aklıma yazıyorum. Sonradan sıkça geçiyoruz gerçi bu sokaklardan. Hele ki Sankt Peder Fırını’ndaki tarçınlı çörekleri tattıktan sonra sırf bunun için bile buralara birçok kez gelinebileceğini fark ettik. Gerçi her gün farklı çeşitleri çıkıyor, ilk gün yediğimiz tadı ertesi gün farklı bir çeşitte bulamadık. Siz de farklı çeşitleri deneyerek damağınıza uygun tadı bulabilirsiniz. Sokağa girdiğinizde kokunun geldiği yere yönelirseniz bu fırını kaçırmazsınız:)

Kopenhag Botanik Bahçesi

Sırada King’s Garden var. En sevdiğim yer parklar. Herkes yine çimlerde.. İçinden bir de su geçiyor ya keyfime diyecek yok. Yorgun ama mutluyum. Rosenburg Sarayı da kendince ihtişamlı. Arada önünde nöbet değişimi de oluyor. Gencecik askerlerin bu işi havalıu bir şekilde yapmaya çalıştıklarını görmek zor değil, bence Instagram\’daki videolarda iyi çıkmak istiyorlar:)

King’s Garden’ın Rosenburg Sarayı çıkışı karşısında Botanik Bahçesi girişi var. Tabiki ona da girmeden olmaz, üstelik ücretsiz. Yani en azından park kısmı öyle, diğer kısmını sonraya bırakıyoruz ama son zamanlarda o kadar çok botanik bahçesi gördüğümüze kanaat getirip para verip girmeye gerek duymuyoruz. Paralı bölüme giren bir arkadaşım ise kelebek bölümünde güzel fotoğraflar çekmişti, bir tık kıskanmış olabilirim:) Konya\’da da kelebek Müzesi başka sefere kalmıştı, nedense bir türlü kelebeklerle buluşamıyoruz.

Bu kadar gezmeden sonra elbette ki çok açız. Kendimizi sokak lezzetlerinin bulunduğu “Homemate Torvehallerne” e atıyoruz. Sokak lezzetleri deyince ucuz sanıyorsunuz ama durum hiç de öyle değil. Hangi standa yaklaşırsak yaklaşalım durum pek değişmiyor ancak çeşitlilik oldukça fazla. Biz Fiskerikajen‘de fish&chips tercih ediyoruz, evet pahalı ama doyduk. Bir de Kopenhag’da ucuz olan ne var ki!

Sortedams

Dönüş rotamızı göl kıyısından olacak şekilde  Sortedams Gölü’nün oradan planlıyoruz.  Oster Sogade tarafından yürüyüp karşıdaki villaları izlemek keyifli. Ördekler, kazlar derken huzur verici bir yürüyüşle günümüzü sonlandırıyoruz.

Ertesi sabah tren garı içinden kahvaltılık kruvasanlarımızı alıp Kopenhag Kanalına geçip kahvemizi içmek için yola koyuluyoruz. Nerede o Almanya’nın kruvasanları… Tren garı da öyle çok büyük değil, haberiniz olsun. Kanal kıyısında yürümek çok keyifli, hava da şansımıza oldukça güzel. Almanya’dan sonra bu havayı hiç beklemiyorduk. Bu bölgede bulunan “Black Diamond” diye adlandırılan kütüphanenin kafesinde dışardaki masalarda oturuyoruz. Kütüphane lavabolarını kullanmak vb. açıdan rahat, kahvesi müthiş değil ama ortam güzel. Yapacak işleriniz varsa, kitap okumak isterseniz kalkın buraya gelin; huzurla güzel bir gün geçirin. Kafeden kalktıktan sonra yürürken kanal kıyısında trampetlerde zıplayan çocukları görünce başlıyoruz biz de zıplamaya. Çocukluğa geri dönüş her zaman iyi gelir, arada içinizdeki çocuğun dışarı çıkması için kapıyı açmayı ihmal etmeyin:)

Yürüyerek Kopenhag’ın en meşhur yeri Nyhavn‘a varıyoruz. Renkli evler oldukça hoş gözükse de her turistik bölgede olduğu gibi evlerin altlarını kafe ve restoranla doldurunca görüntü güzelliğine bir tık gölge düşürmüş. Neyseki Kopenhag, Venedik ya da Amsterdam gibi turist akınına uğramış bir yer değil, yani turistik yerlerin de keyfini sürmek mümkün.

Nyhavn

Nyhavn’a gelmişken tekne turlarına da bakıyoruz, turistik hop on-off tekne turları ile Netto arasındaki fiyat farkı 2 kat olunca; Netto‘da karar kılıp ertesi gün için tekne turunu programımıza ekliyoruz. Biletler önceden alınmıyor, turu yapacağınız zaman 10-15 dakika önce gidip alabilirsiniz.

Nyhavn’dan da ileriye doğru devam edince ikonik deniz kızı heykelciğine ulaşıyorsunuz ama yol birazcık uzun. Herkesin belirttiği gibi deniz kızının pek bir cazibesi yok ama yine de turist dolu. Bu arada tekne gezintisinde de buraları görmek mümkün. Birkaç fotoğraf çekip hızlıca kalabalıktan uzaklaşıyoruz, kale kenarındaki yeşillikler içindeki yolda yürüyüp biraz soluklanıp Sortedams Gölü’nün öteki tarafına doğru yola koyuluyoruz.

kale

Gölün öteki kıyısında Sortedam Dossering tarafından yürüyüp ilk durağımız olan elinde balon tutan kızın duvar resminin olduğu Odinsgade sokağına doğru yola koyuluyoruz.  Aklımda en çok kalan duvar resmi balon tutan kız olduğuna göre bu sokağa gitmeye değer diye düşünüyorum. Sonrasında gittiğimiz BaNanna Park‘taki duvar resimleri aynı tadı vermiyor ancak burada çocukların aileleri yanında olmadan güven içinde bir parkta kendi kendilerine oynamaları biraz hüzün vermedi değil. Ülkemizde aileleri kenarda otururken bile kaçırılan çocuklar olduğunu düşününce böyle bir ülkede olmak adeta ütopya gibi.

Şu çizgi çizgi yolun bulunduğu ve hemen herkesin fotoğraf çekildiği Superkilen’de bu yolu bulamamış olmamız kaç puan peki? 🙂 Neyse oralarda herkesin fotoğrafı var zaten, bizimki de olmasın. Superkilen’in hemen ortasında Kopenhag’ın Kalbi diye geçen birçok farklı dilde barışı ifade eden bir kalp statüsü mevcut. Türkçeyi de bu dillerin arasında görmek güzel; daha önce de hatırlarsanız Belfast’da Türkçe  farklı bir duvar resminde rastlamıştık.

Andersen'in mezarı

Superkilen’den aşağıya doğru inince Norrebro’dayız. Burada oldukça güzel sokaklar var, Jaegersborggade bunlardan biri, kafe ve butiklerin bulunduğu bir sokak. Ayrıca burada Ro Chokolade isimli kafede yediğimiz el yapımı dondurma da oldukça başarılı. Bu sokağın sonu ise bizi Assistens Mezarlığı’na götürüyor. Andersen’in mezarı da burada yer alıyor. Mezarlıktan çok hoş vakit geçirmelik bir parkı andıran bu yer oldukça huzur verici. Andersen’in mezarını tabelaları takip etmemize rağmen çok zor bulduk, çünkü buradaki insanlar hiçbir şey de olmadığı gibi mezarda da abartıya kaçmamışlar.

Mezardan çıkınca da Peblinge Dossering tarafından yürüyerek nehrin öteki tarafını da tamamen deneyimlemiş oluyoruz ancak gölün karşı tarafı bizce daha güzel. Bu kadar gezince elbette karnımız da acıkıyor. Rotamız Kopenhag sokak yemeklerini bulabilirsiniz dedikleri Meatpacking District. Biz sokak lezzetlerinden ziyade restoranlara rastladık ve pizza kokusu – taş fırın ikilisiyle bizi cezbeden Mother adlı restoranı tercih ettik. Servisin geç olması dışında bir sıkıntımız olmadı, bir de dışarda yer bulmakta zorlanabilirsiniz.

Yemekten sonra da yediklerimizi sindirmek için yine renkli evlerin bulunduğu farklı bir sokağa, Magstarede‘ye, gidiyoruz. Bu sokak ve çevresindeki sokaklar hem evler hem de kafe/restoranlar açısından oldukça hoş. Buradan kanal kıyısına iniyoruz tekrar, ışıklar altında kanal. Sabaha göre daha da hareketlenmiş. Spor yapıyoruz, kanoları fotoğraflıyorum, köprülerin ortadan ikiye ayrılıp tekrar birleştiği mimaride teknolojinin son noktasını görüyoruz ve keyifli bir şekilde günü sonlandırıyoruz.

Yeni bir güne merhaba, yine güneşli bir Kopenhag günü:) Burada hava açısından şans bize gülüyor. Nyhavn’da harika bir tekne gezintisi bizi bekliyor. Sabah saatleri olduğu için çok kalabalık da değil. Rehberimizin İngilizce anlatımları eşliğinde Kopenhag’da baştan aşağı tüm kanalları geziyoruz ve yeni bilgiler de ediniyoruz.

Christianshavn

Sonraki durağımız hakkında bir sürü değişik şey duyduğumuz, Christianshavn. Yürüyerek gittiğimiz için birçok bölgesini de görmüş oluyoruz. Güvensizlik gibi bir durum yok, rahatlıkla gidebilirsiniz. Polisler evet etrafta çokça geziniyor ama biz sıkıntı verecek bir duruma rastlamadık. Amsterdam’a benzerliğiyle Amsterdam Kanalı diye de adlandırılan kanal kenarında yürümek de zevkli. Özerk bölgeye girdiğinizi ilk etapta anlamak biraz zor da olsa “Fotoğraf çekmek yasaktır” yazıları ve kokularla daha da netleşiyor. Ben bu bölgeden çok etkilenmedim açıkçası. Berlin’de takıldığımız mekanlar daha hippiydi, burası sadece serbestçe içilebilen ot ve türevleriyle çok da başarılı bulmadığım duvar resimlerinden ibaret gibi geldi. Kahve keyfi yapmak için Inderhavnsbroen adlı sadece yayaların kullandığı bu köprü başındaki 108 Kafe‘de oturalım desek de başarısız kahveleri bize keyiften ziyade gereksiz bir harcama gibi geldi. Kafenin hemen yanında ise sokak lezzetlerinin gerçek adresi var bence. Burada sosisli, hamburger, dondurma gibi birçok lezzete erişebilirsiniz.

Christianshavn

Dönüşte yolumuz tekrar King’s Garden ve Botanik Bahçesi’ne dönüyor. Botanik Bahçesi’nde hummalı bir hazırlık, her bir köşede ayrı sahne var ve müzik sesleri yükseliyor ama maalesef bu paralı bir etkinliğin ön hazırlığıymış. Yine de ses denemeleriyle keyifli vakit geçiriyoruz.

Son günümüzde de yine bizim fırına gidip yiyeceklerimizi alıp kahve için Teglgrad üstünde Pisseranden adlı bir kafede oturuyoruz. Kafenin kahveleri Kopenhag’da diğer içtiğimiz kahvelere göre bir tık pahalı. Son bir kanal yürüyüşüyle gezimizi sonlandırıp Kopenhag’ın eşantiyonlarla dolu havalimanına yola çıkıyoruz. Fotoğraf makinesini saymazsak güzel anılarla biten bir gezi daha..

Not: Bu yazımı aslen 2019 yazında kaleme almıştım ancak siber saldırı sonucu silinince tekrar yayınlamak durumunda kaldım.