- Karadeniz’e Ulaşım ve Tur Rotası
- Karadeniz’de Gezilecek Yerler
- Karadeniz’de Konaklama
- Karadeniz’de Yeme-İçme ve Alışveriş
İki haftadır Karadeniz turundan bazı destinasyonları yazıyorum, ancak asıl Karadeniz’de olan yerleri yazmak için ancak fırsatım oldu.
Karadeniz senelerdir gitmek isteyip yok deniz tatili yok yurt dışı derken hep atladığım bir rota oldu. Öte yandan “Ne de olsa kendi ülkem elbet gezerim” diyen tarafım, Karadeniz’de de artan yapılaşma ile ileride gezsem de göreceklerimin bugünle aynı olmayacağını anlamaya başladı. Karadeniz’e giderken kuşku içinde olduğumu belirtmem gerek, “eskisi kadar yeşil değil”den “orada bir yağmur yağarsa tam yağar”a birçok düşünce vardı kafamda. Öncelikle düşündüğüm kadar kötü değilmiş. Elbette eskiden çok daha güzeldir, artan yapılaşma inkar edilemez maalesef ama “Yeşile doydum mu?” “Evet, doydum”. Ayrıca yağmur da çiseleme evresinin ötesine geçmedi ama o sis yok mu o sis!! Sis yüzünden uçurumda giderken önümüzü görmediğimiz de oldu, göl gezisine gidip gölü göremediğimiz de:)
Karadeniz’i gördükten sonra üzüleceksiniz. Norveç’e henüz gitmedim, fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla Karadeniz de Norveç’i aratmıyordu ama maalesef sadece fotoğraflarda. Fotoğrafların dışına çıkıldığında her şeyin ne kadar da ticarete dönüşmeye başladığını ve bunun uğruna doğanın harcandığını görmek mümkün. Turist bol ama sadece Arap turist diyebilirim, oysa Avrupalı/Uzakdoğulu turist de gelebilirdi pekala, maalesef medeniyet parayla satın alınamıyor ve birkaç büyük yanlış bütün doğruları, güzellikleri götürmeye yetiyor. Turist turisttir ne fark eder diyebilirsiniz, gelen turiste yönelik hizmet sunacağım derken doğayı harcamasalar ve gelen turist de nasıl olsa döneceğim diye güzellikleri hor kullanmasa bence de fark etmez.
Karadeniz insanına gelirsek hem esprili hem kurnaz hem de sinirli. Karadeniz damarını tutturmayın derim:) Tabi ne kadar Karadenizli ile muhabbetiniz olabildi derseniz birçok turda olduğu gibi sadece minibüslü turlarda ve restoranlarda…
Karadeniz’e Ulaşım ve Tur Rotası
Karadeniz’e Ets’nin Premium Karadeniz ve Tiflis Batum turu ile gittik. Turumuz Trabzon’dan başladığından İstanbul’dan Trabzon’a Atlasglb ile uçtuk. Uçağa bindiğinizde Arabistan’a mı gidiyorum diye endişelenmeyin, doğru uçaktasınız.
Tur rotasının genel hatları sırasıyla Rize, Artvin, Kars, Borjomi, Tiflis, Batum ve Trabzon’dan oluşuyordu. Kars’ı tur haricinde de akşam çıkıp Piri ile gezdiğimiz ve Karadeniz içinde yazmayı doğru bulmadığımdan ayrıca yazdım, Kars yazıma buradan bakabilirsiniz. Tiflis, Batum ve Gürcistan’ın diğer illeri için de “Tiflis ve Batum: Gürcistan’la Tanışma” yazımı okuyabilirsiniz. Rota ile ilgili genel yorumum Tiflis-Batum’un eklenmesinin geziyi oldukça yorucu yaptığı. Tiflis’e uçakla gidilip Trabzon’dan dönüş yapılacak şekilde ilerlense belki biraz daha az yorucu olabilir ama 3 gün gezmenin üstüne Tiflis’e gidip yorucu bir sınır kapısı geçişinden sonra hızlıca Tiflis’i gezmek ve de ertesi gün 7-8 saatlik yolculukla Batum’a geçmek pek tavsiye edeceğim bir şey değil.
Karadeniz’de Gezilecek Yerler
Ayder: Fırtına Vadisi’nden geçerek gittiğimiz Ayder, bizi birazcık yağmurla ve de serinlikle karşıladı. Öncelikle otobüsle Kalegon’a kadar çıktık. Kalegon’da ortadan bir nehir akıyor ama hava da kötü olunca çok bir özelliği yok. Başladık aşağıya doğru yürümeye. Otobüsle çıkarken Gelintülü Şelalesi’nin yerini göstermişti rehberimiz ancak sisten karşıyı görmek pek mümkün olmadığından Gelintülü Şelalesi ancak bir tül perdesi arkasından görürcesine bir netlikle karşımızdaydı. Galer Düzü etrafı ise birçok tesisle dolmuş, seneler önce Karadeniz turuna katılan annemin söylediklerine göre eskiden bu kadar dolu değilmiş. Hava kötü olduğundan aşırı kalabalık olmasa da çok doluydu, zaten tesis kalabalığı yetiyor. Sonuç Ayder’den hem hava şartları hem de ortam itibarıyla çok etkilenemedim.
Çamlıhemşin/Fırtına Deresi: Fırtına Deresi kimi noktada gürül gürül akan, kimi noktaları da daha sığ sular olan bir dere. Üzerinde rafting de yapılıyor, zipline denilen iple derenin üstünden bir kıyıdan diğerine iple geçebileceğiniz bir aktivite de. Zipline yapan bir grup oldukça zevkli olduğunu söyledi ancak biz denemedik, yorum yok:)
Ben bu yöreyi genel olarak sevdim, etrafı yeşillik. Evet evler, apartmanlar var ama yine de birçok yerdekinden az. Kimi evler de doğaya uyumlu renklerde yapılmış, keşke hepsi öyle olsa… Etrafta çay tarlaları oldukça fazla, oteliniz bu yöredeyse mutlaka tepelere doğru yürüyüşe çıkın. Biz konaklama bölümünde anlatacağım Dere Butik Otel’de kalıp otelin arkasındaki yoldan çay tarlalarına doğru çıktık. Patika yolda bizi güzel manzaralar karşıladı, kesinlikle tavsiye ederim.
Şenyuva/Çinçiva Köprüsü: Minibüslerle Zilkale’ye doğru giderken uğradığımız Şenyuva Köyü’ndeki en önemli yapı Cenevizlilerden kalma 3 asırlık Çinçiva Köprüsü (gerçi adı benim aklımda Ceneviz Köprüsü olarak kalmış ama Çinçiva Köprüsü’ymüş). Bu köyde Sevdaluk dizisi çekilmiş, köprüye yakın noktada bulunan ev de bu dizi için yapılmış. Dizi çekimleri nedeniyle ünlenen köy tatlış bir yerdi, köprünün biraz ilerisinde de güzel küçük kafeler mevcut.
Zilkale: Eveet, gelelim turumuzun en sevdiğim noktasına. Böyle tepelerde kaleler hep İskoçya’da, Almanya’da falan olur sanıyordum ama bizde de varmış. Üstelik etrafında da yeşilliğe doyacağınız harika bir manzarayla. Tavsiyem öncelikle kaleyi fotoğraflama noktalarından uzaktan bir çekmeniz, sonra da içini gezerek etrafındaki manzarayı çekmeniz. Giriş 3 TL. Kale’nin hemen dışında bir kafe de mevcut, geziniz sonrası dinlenmek için oturabilirsiniz. Erken saatlerde gelirseniz kalabalık olmayacaktır, biz sabah saatlerinde gittiğimizde başka tur minibüsü yokken, dönüşte tekrar geçerken oldukça kalabalık olduğunu gördük.
Kale Trabzon-Rum İmparatorluğu zamanında yapılmış. Kale’nin etrafında pek bir şey yok neyi koruyorlardı diyebilirsiniz ancak gelecek tehlikelere karşı şehrin merkezine haber göndermek için yapılmış. Aynı zamanda İpek Yolu’nun yaz dönemindeki alternatif rotası buradan geçtiği için kervanlar burada konaklarmış, yüküne göre de vergi alınırmış. Osmanlı zamanında da bu uygulama devam etmiş ancak vergiler artınca Batılılar deniz yolunu keşfetmiş. Asıl adı da Kale-i Zir (Aşağı Kale) ancak değişerek günümüze Zilkale olarak gelmiş.
Palovit Şelalesi: Programımızda yer almayan, Batum yolundaki Bagrati Manastırı yerine gittiğimiz şelale. Manastırı bilemiyorum ama şelale oldukça güzeldi. Gürül gürül akıyor, 15 metre yüksekliğinde ve bakir bir alanda. Üzerinde 4-5 kişiden fazlasını taşımayan merdivenlerden aşağıya inip hafif ıslanmayı göze alarak şelaleye çok yakın olan noktaya giderseniz çok daha güzel oluyor, hayata biraz heyecan katmak lazım. Hele bir de sıcak bir günse serinlersiniz işte:)
Borçka Karagöl: Karagöl’e de minibüslerle ulaştık, yolda birçok güzel ve çeşitli ağaç vardı. Karagöl’e gider gitmez bir restoran/kafe karşılıyor sizi. Ortada genelde horon çeken bir grup, çevrede ise mangalcılar, piknik yapanlar var. Şanslıysanız gölü görebilir, çevresini dolaşabilirsiniz. Biz ilk gittiğimizde sisten gölü göremedik. Neyseki 1 saat içinde sis kalktı da etrafında dolaşıp gölü de görebildik. Güzel bir yer ama kalabalık (gerçi biz Pazar günü gitmiştik, onun etkisi de olabilir), bir de önceki gece yağmur yağmışsa etrafında gezilecek alan çok elverişli olmuyor. Kol gücünüze güveniyorsanız kayıkla gezebilirsiniz, çünkü kürekleri siz çekiyorsunuz.
Deriner Barajı: Niye gittiğimizi hiç anlamadık, program kalabalık gözüksün diye koymuşlar sanırım. Etrafında özel bir güzellik yok, kendisinin bir hoşluğu mevcut değil, neyi fotoğraflayacağız acaba diye bakınmak için gidilebilir:)
Şavşat/Sahara Bölgesi: Artvin’den Kars’a doğru giderken harika yerlerden geçtik. Kenarlarda sarı, mor ve pembe çiçeklerin kapladığı yaylalar, buralarda otlayan inekler ve Sahara Milli Parkı… Maalesef eskisi kadar çok yaylalara çıkan yokmuş. 1940’dan sonra çaya devlet desteği gelince insanlar çaya yönelmiş. Eskiden sürülerle çıkılan yaylalara şimdi 2-3 hayvanla çıkıyorlarmış. Yaylalara mayıs sonu çıkılıp eylüle kadar kalınırmış. İneklerin başında da genelde çoban olmazmış, çünkü inekler kendi yaylasının yolunu bilirmiş ama karıştırıp da farklı yaylaya giderse yayla ortasındaki cezalı inek noktalarına konulurmuş ve sahibi de yayla yayla gezip ineğini bulurmuş. Hakikaten de yoldaki ineklerin başında neredeyse hiç çoban görmedik. Yaylada sadece hayvancılık değil arıcılık da yapılıyormuş.
Sahara civarlarında fotoğraflamak için mola verdiğimiz Şavşat’ın biraz ilerisindeki Yavuzköy mevkiindeki tesisten manzarayı fotoğrafta görebilirsiniz.
Şavşat da Cittaslow/Sakin Şehir olarak geçiyor, “Lütfen yavaşlayın” levhalarını birçok yerde görebilirsiniz. Anladığım kadarıyla turizme önem veriyor Şavşat. Bence buralarda kalıp çevresini gezmek güzel olabilir.
Karester Yaylası: Karaster Yaylası Uzungöl’ün tepelerinde yer alıyor, Garester diye de biliniyor. Yayla gezisi heyecanla beklediklerimdendi ancak o da sise kurban gitti. Bırakın aşağıları görmeyi sisten yayladaki evleri görmek bile zordu. Yaylada sıcak süt ve ayran satıyorlardı. Gerçekten de içtiğimiz ayranın tadı oldukça güzeldi ve restoranlarda içtiklerimize hatta evde yaptıklarımıza benzemiyordu. Kesinlikle tavsiye ederim. Ben yaylaların en çok çiçeklerini sevdim sanıyorum, diğer özelliklerini göremediğimden de olabilir bu elbette. Mor, mavi, pembe; değişik türlerde çeşit çeşit çiçek… İçini gezmedik ama yaylalardaki evler de genelde tek katlı, hoş evler. Yaylalara yükseğe çıktıkça oksijen azaldığından kan yapısı değişiyormuş; 21 gün kalıp alyuvar sayısını mı arttırsak diye düşünmeye başladım.
Uzungöl: Hakkında duyduklarımdan, fotoğraflarda gördüklerimden sonra çok beklentiyle gitmedim. İyi ki de öyle yapmışım, bazı noktalardan baktığımda (yapıları değil de ağaçları görebildiğiniz noktalar az da olsa mevcut) sevdim bile diyebilirim. Elbette etrafındaki bungalov, restoran ve otel kalabalığında gezmek çok hoş olmuyor. Hiç olmasın demiyorum, elbette birçok benzer yerde bu tarz yapılar var ama bu kadar çok ve düzensiz olması; doğaya uyumlu yapıların yapılmamış olması asıl sıkıntı bence. Gölün etrafını yaklaşık 1 saatte yürüyerek turlayabilirsiniz.
Zigana Geçidi: Bu da Deriner Barajı gibi niye geldiğimizi anlayamadıklarımdan oldu, fotoğraf çektiğimiz yerin özel bir manzarası yok, geçit desen bildiğiniz geçit. Tek değişik yanı geçidin bir tarafıyla diğer tarafı arasında iklim değişikliğinin olmasıymış ancak biz bu durumu da deneyimlemediğimizden pek bir anlamı olmadı.
Hamsiköy: Sütlaç için durduk tahmin edeceğiniz üzere, köyün iç kısımlarını gezmedik ancak hoş bir köye benziyordu.
Sümela Manastırı: Manastır restorasyonda olduğundan içini gezmedik, aşağıdan fotoğrafladık sadece. Yapı olarak kayalıkların içinde olması güzel elbette ama yakından göremediğimizi üzüldüm. Neyse ki aşağıdaki fotoğrafladığımız yerde ağaçlar içinde, suyun aktığı bir yerdi de keyifle kahvemizi içtik.
Atatürk Köşkü: Atatürk Köşkü Trabzon’un tepelerinde Soğuksu semtinde yer alan bir köşk. Köşk Kabayanidis’in yazlık köşkü olarak inşa ettirilmiş, daha sonra Atatürk’ün Trabzon ziyaretinde köşkü beğenmesi üzerine Atatürk’e verilmiş. Günümüzde de müze olarak kullanılıyor. Bahçe peyzajı oldukça güzel, değişik çiçekler ve ortancalarla kaplı. Köşkün iç mimarisi de oldukça güzel. Yemek odasındaki kalorifer peteğinin içine yemeklerin soğumaması için bir bölüm yapılmış mesela. Perde ve birkaç mobilya dışında köşk içindeki her şey orijinalmiş. Bu arada arka bahçesinde bir de kafe mevcut, köşkü gezdikten sonra ağaçların altında soluklanıp çayınızı/kahvenizi içebilirsiniz.
Ayasofya: 13.yy’da Trabzon-Rum İmparatorluğu’nun İstanbul’daki Ayasofya’ya özlemine istinaden yaptırılmış ama İstanbul’daki gibi bir yerle karşılaşacağınızı sanmayın elbette. Daha küçük bir yapı, İstanbul’daki kadar ihtişamlı da değil. 1964’te Edinburgh Üniversitesi desteğiyle müze olarak açılmış, günümüzde ise cami olarak kullanılıyor. Maalesef cami olunca tepesindeki freskler kapatılmış, içine girdiğinizde freskleri görebildiğiniz küçük bir bölüm mevcut. Ayrıca tahriple birlikte nemden dolayı da duvarlarda çok dökülme olmuş. En ilginç özelliklerinden biri apsis duvarındaki gemicilerin imzaları. Kral kapısında da insanlığın yaradılışını anlatan figürler mevcut. Kapıdaki sütunlardan soldaki kusursuz olmasın diye yarım bırakılmış, dikkatle bakarsanız fark edebilirsiniz. Kilisenin güneş ışığı görmeyen yerleri daha iyi korunmuş. Örneğin, geç kalanların ibadet ettiği bölümde İsa’nın mucizelerini anlatan freskler oldukça sağlam.
Karadeniz’de Konaklama
Dere Butik Otel: Dere Otel Fırtına Deresi üstünde kurulmuş bir otel, küçük ve ahşap bir otel ama temiz ve güzel. Odaları geniş, balkona çıkıp dereyi izlemek mümkün, zaten gece dere sesiyle uyuyorsunuz. Restoran kısmı da dere kenarında, yemek de kahvaltı da iyi. Çevresi de yürüyüş yapmak için uygun.
Grand Artvin: Kapıda bizi tadımlık şarap ve meyve sularıyla karşılayan otel, elbette bu davranışıyla güzel bir ilk izlenim yarattı. Odalardan manzara da güzel, en azından bizimkinden öyleydi. Otelin dizaynı oldukça modern, yemek ve kahvaltıdan da memnun kaldık. Çevresi merkeze yakın ancak biz gezilecek pek bir şey bulamadık merkezde. Hemen yanında AVM mevcut.
Sümela Otel: Maçka’da bulunan Sümela Otel diğer turların da tercih ettiği, pek de beğenmediğimiz bir oteldi. Hem yemekler, hem de otelin geneli açısından Ets standartlarının altında kaldı maalesef. Odalarda Wi-fi da çekmiyordu.
Kars ve Gürcistan otelleri için yukarıda linklerini verdiğim ilgili yazılara göz atabilirsiniz.
Karadeniz’de Yeme-İçme ve Alışveriş
Dere Butik Otel Restoran: İlk gün öğle yemeği için de buraya geldik ve yerel lezzetlerden tattık. Muhlaması oldukça lezzetliydi ama maalesef diğer birçok restoran gibi kara lahana sarması kalmamıştı. Balık da fena değildi. Hesap olarak 30 TL civarında bir ödeme yaptık.
Ekmek Teknesi: Karagöl’e giderken burada yemek molası verdik, bildiğiniz esnaf lokantası. Ev yemekleri mevcut. Biz İzmir köfte ve patlıcan musakka tercih ettik, iyiydi, fiyat olarak da 35 TL gibi bir ücret ödedik.
İnan Kardeşler: Uzungöl’de bulunan İnan Kardeşler’in yeni ve modern tesisinde öğle yemeği molası verildi. Köfte ve et şiş söyledik, köftesini hiç beğenmedik, et ise lezzetliydi. Yöresel lezzetlerden tadan diğer misafirler ise pek memnun kalmadı.
Saadettin Usta: Hamsiköy’de sütlaç için durduğumuz tesis. Dolaptan istediğiniz pişkinlikte bir sütlacı seçebiliyorsunuz ama bence sütlaç aşırı tatlıydı, yarısını bırakmak zorunda kaldım. Karadenizlilerin eli şeker konusunda bol sanıyorum, kahveyi de az şekerli istiyorduk çok şekerli geliyordu. Saadettin Usta ile aynı sırada sütlaç yiyebileceğiniz başka birçok yer de mevcut.
Nihat Usta: Akçaabat köftesi yemek için gittiğimiz mekan. Köfte, piyaz, içecek ve Laz böreğinden oluşan menü 30 TL’ye anlaşılmıştı, normal fiyatları ise biraz daha yüksek. Köftesinin eti biraz kokuyordu, benim gibi kuzu eti falan yemiyorsanız çok tavsiye etmem ama yenmeyecek gibi de değil. Laz böreğini ise başka yerde denemediğimden karşılaştırmam pek mümkün olmayacak ama buradakiler özellikle sıcakken lezzetliydi.
Alışveriş: Alışveriş için Rize bezi atölyesi, Sürmene bıçaklarının satıldığı bir yer ve Trabzon’da telkâri, kazaziye işçiliğinden yapılan takılarının satıldığı bir yerde duruldu. Bunun dışında Uzungöl’deki hediyelik satan dükkanlardan ve Çaykur büfelerinden alışveriş edebilirsiniz. Fındık Ağustos’ta toplandığından henüz taze fındık çıkmamıştı.
Kars ve Gürcistan restoranları ve alışveriş yerleri için yukarıda linklerini verdiğim ilgili yazılara göz atabilirsiniz.
Umarım atladığım bir nokta olmamıştır, o kadar not aldım, dersime çalıştım ama olur mu olur. Neyse bence bir an önce Karadeniz’e gidin. Mümkünse arabanızla gidin ama deneyimli bir sürücüyle (yoksa Karadenizliler’in Karadeniz damarına basarsınız, ben karışmam.). Arabam yok, ehliyetim de yok diyorsanız işiniz bizim gibi turlara kalıyor, çünkü gidilen noktalar pek öyle kendim toplu taşımayla giderim modunda değil tahmin edeceğiniz üzere. Tur seçiminde de hemen hepsi benzer yerlere gidiyor, otellerin kimi güzel kimi değil, rehber ve grupsa tamamen şans. Daha butik turlarla daha çok yayla gezmek de mümkün. Araştırıp size uygun olan seçeneği belirleyin ve henüz yeşilken buraları keşfedin.