Yıl 2010, ilk vizemi İtalya Konsolosluğu’ndan almıştım, tam 30 günlüktü. Üstüne seneler içinde 3-6 aylık Schengen’ler, İngiltere, Amerika gibi prestijli vizeler eklenmesine rağmen geçtiğimiz yaz sadece 15 günlük vize vererek kalbimi biraz kırdı. Ben de acısını Roma’dan çıkardım, ne suçu varsa… Ağustos başında yaptığım seyahatte sadece 1 gece konaklayıp ertesi gün İspanya’ya geçtim.
Roma Termini’ye vardığımda Interrail’daki günlerimiz gözümün önünde canlandı. İlk yurtdışı ziyaretimizdi Roma. Sırtımızda kocaman, henüz taşımaya alışamadığımız çantalar 27 günlük maceramıza başlamanın heyecanı içindeydik. Termini’de inip etrafındaki hostelleri bir bir dolanıp kafamıza göre yer bulamayınca heyecanımız yerini hayal kırıklığı ve yorgunluğa bırakmıştı. Neyseki kısa bir sürede toparlayıp kafamıza göre bir hostel bulabilmiştik. Ah ahh gençlik…
Roma’da arkadaşımın tavsiyesi üzerine 007 Select Rooms ‘da kalıyorum. Burası Termini’den yakın demişti ama arnavut kaldırımlarında valizimi sürüklerken hiç de yakın gelmiyor, yarım saat valizin tekerlekleri için dua ederek yol alıyorum. Neyseki odam hazır da hemencecik üstümü değişip çıkıyorum.
İstikamet Pompi Tiramisu, çünkü İspanyol Merdivenleri’ne çok yakınım ve Roma’da en özlediğim lezzet bu. İspanyol Merdivenleri yine kalabalık , şöyle bir tepeden bakıyorum Roma’ya. Oyalanacak vaktim yok, bir an önce Pompi‘ye gitmeliyim. Pompi’de kimse yok neden acaba diye içimden geçirirken porsiyonları çok küçülttüğünü fark ediyorum başta. Sonra çeşitler değişmiş gibi geliyor. Klasik alıyorum, hemen karşısında ayakta mideme indiriyorum ama ne ben aynıyım ne de Pompi’nin lezzeti. Bütün Roma böyle değişti mi yoksa diye korkuyorum.
En son annemle Roma’ya gelip bayılmıştık Pompi’nin tiramisusuna. Annemin ilk görmek istediği yerdi İtalya, üniversite dönemlerinde gidemediği bir mimarlık gezisinin içinde kalmasıyla. “Annecim merak etme artık eskisi kadar lezzetli değil, hiçbir şey kaçırmadın” diyorum içimden. Farkında olmadan giymişim onun kıyafetlerini, üstümdeki her şey onun. Hatta üstümdeki bluzunu İtalya’da bir outlet’ten almıştık. Bu gezi biraz fazla hüzünlü mü başladı ne? Arşınlarken daha önce gittiğimiz yerleri hüzünle birlikte ağırlık da çöküyor.
Blog için bu geziyi yazacağımı sanmıyorum, kimseyi düşünerek değil, sadece kendimi düşünerek geziyorum. Fotoğraf bile çekmiyorum, içimden gelmiyor. Yazmaya başlayınca ise iyi geliyor, kimse için olmasa da kendim için yazıyorum bazen. Tabi okurlarımı da düşünüyorum ama bazı yazılar böyle akıyor işte…
Pompi’den Aşk Çeşmesi‘ne devam ediyorum, her seferinde gidilen durak. Bu sefer gitmesem de olur ama değişen bir şey var mı görmek isteği belki, anıları yad etmek de olabilir. Para atmıyorum ilk defa, değersiz bir bozukluk yok üstümde. Hem de atınca geliyoruz, atmayınca gelmiyor muyuz yani? Annem de son gelişinde atmıştı. Özlemiştik de İtalya’yı tekrar gideriz diyorduk ama hayat biz planlar yaparken başımıza gelenler işte.
Sonrasında Pantheon‘a devam ediyorum. Buraya çıkan sokaklardan birinde bilmem kaç çeşit dondurmanın olduğu yerde dondurma yemiştik, oldukça meşhurdu. Her sokağa giriyorum çıkıyorum ama hiçbirini benzetemiyorum. Sanki o dondurmacıyı bulamazsam gezide bir şey eksik kalacak gibi, sanki gitmezsem annemi hayal kırıklığına uğratacakmışım gibi arıyorum köşe bucak. Annecim dondurmacı kayıp.
Dondurmacıdan umudu kesince Pantheon’a bakan kafelerden birinde dışarda yer olduğunu görüp oturuyorum. O kadar döndüm dolandım soluklanmam lazım. Kahve ve küçük bir canoli tatlısı söylüyorum, antep fıstıklısını yapmışlar. Antep fıstıklı tatlılar kalp ben. Keyifle kahvemi içiyorum, gelip geçeni izliyorum. Yurtdışındayım hissini besleyen anlardan biri.
Pantheon’a yakın İtalya’daki favori yerim Sant’Ignazio di Loyola. Burayı ayrıca da şu yazımda yazmıştım. İlk Interrail gezimizle öylesine girdiğimizde, kilisenin büyüleyiciliği hakkında hiçbir şey bilmemize rağmen kilise korosunun huşusu ve tavandaki görsellerin etkisi bizi derinden etkilemişti. Annemle gezimizde tur serbest zaman verdiğinde annemi buraya götürmeye yola çıkarken rehberimiz de kiliseyi önerip hakkında bilgi verince bir çift de peşimize takılmıştı.
Bu gidişimde kilisede koro yok. Yine büyüleyici. Bense farklı bir huşu içindeyim. O an orası anneme o kadar yakın hissettiğim bir yer oluyor ki bağış yapıp bir mum yakıyorum, elimi yakıyorum ama en çok kalbim yanıyor. Onun için bir dilek diliyorum. Biraz soluklanıp içimden onunla konuşuyorum, gözümden düşen birkaç damlayı insanlardan saklamaya çalışırken. Daha fazla oturursam hüngür şangır ağlayacağım, gitme vakti.
Kiliseden çıkıp Piazza Navona‘ya devam ediyorum. Hep hareketli olan bu meydan belki bana enerji verir umuduyla. Çok soğuk geliyor ilk defa, tüm cazibesini yitiriyor gözümde. Niye böyle yapıyorsun Roma? Sana neler oldu görüşmeyeli? Ya da bana olanlar değiştirdi bakış açımı.
Bir sonraki rotam daha önce hiç gezmediğim diyebileceğim Trastevere Bölgesi. Şaşırdınız biliyorum ama ben de şaşırmıştım burayı kaçırdığımıza. Giderken Spottedbylocals lokal önerilerinden biri olan Via dei Cappellari‘den geçiyorum. Akşam saatlerinde belki tekinsiz olur ama gerçekten tam Roma’da hissettiren sokaklardan…
Trastevere’ye giderken köprünün üstünde fotoğraf rica ediyorum bir aileden. Çok tatlı bir aile, 10’a yakın fotoğraf çekiyorlar sağolsunlar. Trastevere sokakları, barları, restoranları gerçekten hoş. Kilisesi ise sıradan. Yani burası daha çok sokaklarının keyfini çıkarmak için gelebileceğiniz bölgesi, öyle tarihi yapı göreyim derdine düşecekseniz köprünün diğer tarafında kalın derim. Ben maalesef restoranlara oturacak kadar aç değilim. Trastevere’de lokal önerilerinden Pizzeria La Boccaccia‘da dilim pizza yemekle yetiniyorum, onları uygulamada bir lokalin yazdığını da söylüyorum, mutlu oluyorlar.
Buradan nehir boyunca Castel Sant’Angelo ‘ya yürüyorum. Yine sadece dışardan seyretmekle yetiniyorum. Önünde birisi müzik çalıyor. Hemen yanıbaşında bir sürü hediyelik tezgahı. Tezgahlardan yelpaze, magnet gibi alışverişlerimi yapıyorum. Ponte Sant’Angelo ‘nun diğer tarafında kalan nehir kenarı oturmalık kafeler çok hoş duruyor ancak çok oturan olmamasından şüphelenip vazgeçiyorum. Aslında sonradan baktığımda görüyorum ki puanları iyimiş, yani siz bir fırsat verebilirsiniz.
Dönüşte 30000 adıma yaklaştığımı fark edince Piazza Navona civarında Volpe Pasini “Alla Maddalena” Pollo Arena diye bir yerde happy hour yakalıyorum. Aperol Spritz 5 Euro; yanında da ekmek, zeytin, cips ikramlıkları ile geliyor. Baktığı meydan çok geniş olmasa da kalabalık olduğundan, gelen geçeni izlemek keyifli. Türkiye’de nerede 150 TL’ye böyle ikramlıklarla spritz? Ah ahh…
Ertesi gün otelde wifi çalışmayınca erkenden kendimi atıyorum dışarı kahvaltı için. Rotamda otele görece yakın lokal önerisi II Baretto Bar Caffe var ama gittiğimde fazla küçük olduğunu görüyorum. Üstelik yolda gelirken gördüğüm Kitchen Bar (haritada Rio Bar diye de geçiyor) ‘da aklım kaldı, mesai öncesi sanki herkes burayı tercih etmiş gibi. Etrafta işyerleri olduğundan evet çoğunlukla çalışanlardan oluşan bir kitle. Mozzerallalı sandviç hayatımda yediğim en iyi mozzeralla sandviç. Bir sandviç ne kadar iyi olabilir ki demeyin, ben de derdim yerinizde olsam ama demeyin, yakınlardaysanız tavsiye edilir 🙂
Sonrasında otelin yakınlarında yer alan B67 Bistrot‘ta kahve içiyorum, dışardaki tatlış masalarında oturmak keyifli olsa da Roma’ya veda vakti yaklaştığından ayrılıyorum. Otel iyi hoş da tepelerde olduğundan hızlıca aşağı ineyim sonra çıkarım da yapası gelmiyor insanın.
Termini’ye biraz erken gidince içindeki alışveriş noktalarına uğruyorum ama çok kalabalık olduğundan keyif almak pek mümkün değil. Her yerde karışma çıkıp duran Venchi‘den dondurma alıyorum, yani lezzetli ama abartılacak kadar da değil.
Hala vaktim olduğundan son olarak Sicily fooddrink Rome‘da ufak bir antepfıstıklı tatlı (adı ne bilmiyorum, mignon diye geçiyor küçük tatlıların hepsi fiş üzerinde, üzgünüm) ve kahve söylüyorum. O minik tatlı o kadar lezzetli ki bitirince yenisini alıyorum. Bu arada insanlar burayı öğle yemeği için de tercih ediyor; salata, makarna ve diğer yemeklerden istediklerinizi seçerek tabak hazırlatabiliyorsunuz.
Roma havalimanına erken varıyorum, tabelada Barselona uçağım henüz yok. Bekliyorum, bekliyorum; baktım çıkmıyor soruyorum ki iyiki de öyle yapıyorum. Vueling kontuarı 2 tane ve aşırı dolu. Sakın ekranda uçağın çıkmasını beklemeyin. Doğrudan kontuara gidin, sıra çok yavaş ilerliyor. Hepimiz çok endişe ettik uçağı kaçıracağız diye, bir de İngilizce konuşmamaları ya da anlamamaları yok mu! Zaten valiziniz kabinse online check-in ile halledin derim. Bunu da yaşadığım olumsuz deneyimden sonra dipnot düşmek istedim.