Varşova’da Konaklama
Varşova’da Novotel’de konakladık. Çok merkezi bir konumda yer alan otelimiz aynı zamanda Kültür ve Bilim Sarayı manzaralıydı. Hemen karşısında AVM ve mağazaların bulunduğu caddeler yer alıyordu. Önünden de tramvay geçen işlek bir noktada olması bizim en sevdiğimiz özellikleri oldu. Otel olanaklarından da genel olarak memnun kaldık.
Varşova Havalimanından Şehir Merkezine Ulaşım
Havalimanından şehir merkezine ulaşım için otobüsü kullanabilirsiniz ancak biz gittiğimizde oldukça kalabalıktı. Ayrıca bileti içinde alırız demiştik ancak içineki makine çalışmıyordu, yani tüm yolculuk boyunca tedirgin olarak gittik. Taksi fiyatları yüksek değil, eğer iki kişi ve üstü sayıdaysanız taksi de bir seçenek.
Varşova’da Şehiriçi Ulaşım

Bir önceki paragraftan da anlayacağınız üzere maalesef toplu taşımada doğrudan bilet yerine temassız kart kullanamıyorsunuz. Otobüs-tramvay içine makineler var. Polonyalı bir arkadaşım sık kontrol olmadığını, zaten kontrolcüleri siyah kıyafetlerinden ve otobüse iki ayrı uçtan binmek için beklemelerinden tanırsınız diye daha sonraki bir görüşmemizde paylaştı. Yine de biz havalimanındaki talihsizlik sonrası genelde dışardaki makinelerden bilet işini hallettik. Bir de app yükleyere (birkaç tane app seçeneği mevcut, Jakdojade bunlardan biri) ve QR okutarak da halletme seçeneğiniz var.
Ulaşım seçenekleri oldukça iyi. Metro, tramvay, otobüs ağları geniş. Metrolarında bir güvensizlik hissetmedik. Taksi fiyatları da çok yüksek olmadığından biz çoğu noktada taksi tercih ettik.
Varşova’da Görülecek Yerler
Varşova gezimize başlamadan önce bu kadar yeşillikli bir yer olduğunu asla bilmiyordum. Büyük bir şehrin içinde bu kadar yeşilliği korumak kalp biz. Parklarına bayıldık, dolayısıyla bolca park da okuyacaksınız.

Gezimize karşımıza tesadüfen çıkan ama gezmekten en keyif aldığımız parklardan olan Ujazdowski Park ile başladık. Parkın içinde gölet, gölette ördeklerin olduğu nokta; pembe çiçekli ağaçların oluşturduğu yol, kesinlike çok huzur vericiydi.

Akşam dönüşte de Bilim ve Kültür Sarayı‘nın gece ışıklandırılmış haliyle karşılaştık, çok havalı. Yani oteliniz burada değilse bile yolunuzu düşürüp bu halini gece de görmenizi öneririm. Varşova’nın en tanınmış yapılarından biri olan Bilim ve Kültür Sarayı, 1955’te Sovyetler Birliği’nin bir hediyesi olarak hizmete girmiş. 42 katlı 237 m yükseliğindeki yapı oldukça ihtişamlı. Ayrıca 30. katında panoramik şehir manzarası sunan bir terası var ancak biz buraya çıkmadık. İçinde rehberli turlar da düzenleniyor. Sergiler, konserler ve daha birçok kültürel etkinliğe de ev sahipliği yapıyormuş.
Ertesi gün kahvaltımızı yaptığımız yere yakın Park Kazimierzowski ile güne başladık. Burası da keyifli bir parktı ama biraz daha dönemeçli ve yokuşlu bir yolu vardı. Buradan Eski Şehir sokaklarına devam ettik. Krakowskie Przedmieście boyunca yürüdük, kiliseler, saraylar, müzeler ve heykellerle dolu bir yürüyüş oldu. Ayrıca hediyelik eşya satan dükkanlarla da karşılaştık.
Eski Şehir’de en sevdiğim şeylerden birisi yolda belirli noktalara üç boyutlu harita gibi nerede olduğunuzu ve etrafta hangi yapıların olduğunu gösterir rehberler koymuş olmaları oldu. Yolda birçok önemli kişinin heykeli var ama biz tanımadığımız için çok da önem arz etmedi.
Eski Şehir’de ilk durağımız Chopin’in de kalbinin saklandığı Holy Cross Church oldu ancak buraya iki kez gitmemize rağmen ikisinde de ayin vardı. Ayin sırasında turistik ziyaret yasak olduğundan girip çıktık genelde. Bu kilisenin önünde Polonyalı gökbilimci Kopernik’in heykeli bulunuyor. Heykelin etrafı da saraylarla çevrili. Kiliseden çıkıp biraz daha ilerlediğinizde Chopin eserlerini çalan bir bank bulunuyor, Chopin Bench.

İçine girdiğimiz bir diğer kilise Kościół Akademicki św. Anny‘nin içi gerçekten görülmeye değer. İçinde akademi geçmesi boşuna değil; Jagiellonian Üniversitesi ile güçlü bağlara sahip bir kilise. Öğrenci ve bilim insanlarına yönelik cemaat ve ayinler düzenleniyor; Cuma geceleri, sınav dönemi öncesi özel törenler oluyormuş. Hemen yanında da hediyelik eşyaların satıldığı tezgahların olduğu Trzecia Brama yer alıyor, ön tarafında da şehir manzarası için bir teras.

Hemen biraz ilerisinde şehrin en çok fotoğraflanan meydanı Castle Square. Yan yana renkli evleriyle böyle olmasına şaşmamalı. Bu meydan “Kraliyet Yolu” (“Royal Route”) üzerinde yer alıyor ve Polonya krallarının taç giyme törenleri için geçit töreni burada yapılırmış. Şimdilerde birçok konser ve tören burada yer alıyor. Biz hiç boş haline denk gelemedik diyebilirim.

Buradan şehrin önemli bir diğer meydanı Rynek‘e geçtik. Burası daha küçük ama rengarenk dizilmiş evleriyle tatlış bir meydan. Tam ortada şehrin mitolojik koruyucusu sayılan denizkızı heykeli yer alıyor. Çevrede çokça sanatsal çalışmalar satan tezgah var ancak çoğunlukla nakit ödeme alıyorlar. Ayrıca oturup meydanın tadını çıkarabileceğiniz kafeler de mevcut. Ayrıca Varşova Tarih Müzesi de burada yer alıyor ancak biz gitmedik.

Rynek’ten devam ederek Warsaw Barbican olarak geçen surlara ulaşıyoruz. 19. yüzyılda işlevini yitirdikten sonra büyük oranda zarar görmüş; II. Dünya Savaşı sonrası 1950’lerde orijinaline uygun şekilde yeniden inşa edilmiş. Günümüzde yürüyerek geçilebilen turistik bir koridor olarak işlev görüyor. Sokak sanatçıları ve müzisyenlerle dolu hareketli bir nokta.

Surlardan düz devam ettiğinizde Varşova’nın Eski Şehir bölgesine komşu olan Yeni Şehir (Nowe Miasto) mahallesinin merkezi meydanı New Town Market (Rynek Nowego Miasta)’a ulaşıyorsunuz. Old Town’a yürüme mesafesinde, ancak ondan daha geniş ve daha sakin bir alandır. Bu meydanın çevresindeki sokaklarda evlerin birçoğuna farklı figürler yapılmış. O yüzden kafanızı kaldırıp etrafa bakmayı es geçmeyin. Kıyıya doğru giderken karşımıza Maria Skłodowska Curie heykeli çıkıyor. Şehir manzarasına tepeden bakar halde görüyoruz Maria Curie’yi.
Kıyıdan devam edip iki katlı yapıda olan Gdanski Köprüsü üzerinden karşıya geçeiyoruz. Gdanski Köprüsü’ndeki döner merdivenler de nedense görülecek noktalardan biri ama biz çok da etkileyici bulmadık. Fotoğrafçılar siyah beyaz güzel fotoğraflarını çekmiş ama.

Gdanski Köprüsü’nde inince sizi Varşova Hayvanat Bahçesi karşılıyor ancak bizim hayvanat bahçesine gitme gibi niyetimiz yok. Hayvanat Bahçesi’ni geçince önümüze çıkan Park Praski‘ye giriyoruz. Yine diğer parklar kadar olmasa da büyük bir yeşil alan, çocuklar için oyun noktaları, hatta bir zürafa heykeli de bulunuyor. Mutlaka görülecek bir park değil, o kadar park varken. Parktan çıkınca sizi karşılayan gotik stildeki St. Michael the Archangel and St. Florian the Martyr Katedrali oldukça ihtişamlı ancak içi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Praga olarak geçen bu bölgede çokça duvar sanatıyla da karşılaşıyoruz. Sokakları arşınlanmalık. Ayrıca salaş, entelektüel kafeleri de bu tarafta.

Praga’da kafelerde takıldıktan sonra Avrupa’nın en büyük çatı bahçelerinden biri olan Varşova Kütüphanesi Botanik Bahçesi’ne geçiyoruz. Adeta labirent gibi bir bahçe ancak biz gittiğimizde bitkiler açısından çok da değişik bir şey göremedik, açmamışlardı sanıyorum. Tasarım açısından beton ve cam yapıyı yeşillikle tamamlayan bir çalışması olması ise oldukça hoş. Ayrıca tepeden Vistül nehri manzarası çekebileceğiniz noktalar da var. Kütüphanenin içine öğrenci kartınız olmadan giremiyorsunuz ancak sergi alanları ve kafeler mevcut onlardan yararlanabiliyorsunuz.

Ertesi gün işim dolayısıyla Varşova Teknik Üniversitesi‘ne geçiyorum. Buranın binaları halka açıık, özellikle ana binası cam tavanlı, etkileyici bir iç mekana sahip. Yolunuz o tarafa düşerse ziyaret edebilirsiniz.

Günün bir diğer durağı Praga Bölgesinde bulunan Park Skaryszewski. İçinde göletler, koşu parkurları, bisiklet yolları, oyun alanları, kafeler, ördekler bulunan oldukça büyük bir park. Sakin ve keyifli bir zaman geçirmek için gelinebilir. Buradan üniversitedeki yerliler tarafından önerilen Koneser‘e geçiyoruz. Duvar sanatları, minik heykellerle dekore edilmiş çevresinde kafelerin bulunduğu Bomontiada’dan daha büyük bir alan gibi düşünebilirsiniz ama haftaiçi gittiğimizden bir hareketlilik yoktu maalesef. Haftasonu yerellerin takıldığı hareketli bir alana dönüşüyor muhtemelen, çünkü anlattıklarından çıkarımım o yönde olmuştu.

Ertesi gün ilk durağımız Varşova Ulusal Müzesi. Polonya ve dünya sanatından resim, heykel, grafik, dekoratif sanatlar ve arkeolojik buluntular bulunduğu müze. Oldukça büyük. Ben özellikle porselenlerin ve dolap işçiliklerin bulunduğu kısımlara bayıldım. Salı günleri 6’ya kadar ücretsiz olduğundan biz bu şekilde gezdik, önceden bilet almamız gerekmedi. Tabiki gün ve saat değişebileceğinden gitmeden websitelerinden kontrol etmenizi öneririm.

Varşova Ulusal Müzesi’nden sonra insanların kaybettikleriyle iletişim kurmaları için yapılan temsili telefon kulübesine (Wind Phone Booth) gidiyoruz. Polonyalı yazar ve gazeteci Katarzyna Boni Japonya’da geçirdiği zamanda hatırlama kültürünü daha yakından tanıma fırsatı ediniyor. Polonya’ya dönünce de ölmek üzerine atölyeler düzenliyor. Bu kulübe de onun tarafından yaptırılmış. Jazdów 7/8’de bulunan kulübe tabiki size kaybettiğiniz kişilerle iletişim kurmayı vaat etmiyor ancak dilerseniz sembolik olarak içinizdekileri dökebileceğiniz. bir telefon ve not defteri var.

Duygusal bir zamandan sonra Royal Baths‘a gidiyoruz. yüzyılda, Kral Stanisław August Poniatowski tarafından yazlık saray ve bahçeler kompleksi olarak tasarlanmış. Peyzajı çok güzel olan bahçe her noktasıyla oldukça zarif ve fotoğraflık bir alan. Ayrıca Chopin’in büyük ve etkileyici bir heykeli bulunuyor. Yaz aylarında önünde konserler de oluyormuş.

Bir sonraki gün önce Kraliyet Şatosunu ziyaret ediyoruz, yine bir ücretsiz ziyaret günü. Varşova Ulusal Müzesi aksine burada birazcık sıra var ama neyseki hızlı ilerliyor. Şatonun içi oldukça ihtişamlı. Renkler, altın işlemeli tavanlar, Barok ve Rokoko tarzı mobilyalar gerçekten etkileyici. Rembrandt’ın da bazı eserleri burada yer alıyor, Girl in a Picture Frame en meşhurlarından. Dipnot olarak şöyle bir önemi de var; Avrupa’nın ilk, dünyanın ikinci yazılı anayasası burada ilan edilmiş.
Buradan Piekerska 40’ta bulunan zodyak işaretlerinin yer aldığı saati görmeye gidiyoruz. İlk gezimizde atladığımız surlarda yer alan ve 2. Dünya Savaşı’ndaki çocukları anmak için yapılan The Little Insurrectionist heykelini de görüyoruz.

Günün 2. yarısında biraz daha uzaklara Wilanow Sarayı‘na uzanıyoruz. Otobüsle tek vasıta yaklaşık 50 dk sürüyor. II. Dünya Savaşı sırasında ciddi zarar görmemiş, bu yüzden orijinalliğini koruyan nadir saraylardan biri. Hem bahçeleri hem sarayı görmek isterseniz kombine bilet almanız gerekiyor. Burası Kraliyet Şatosu’nun daha az ihtişamlısıydı bence. Mobilyalar, porselenler ve işlemeli tavanlar görüyorsunuz yine.

Bahçesi oldukça büyük. Huzurlu vakit geçirmek için sakin sessiz yerlerden. Göletlerinde ördekler de yüzüyor. Bahçe kısmında da heykeller mevcut. Sadece bahçeyi gezmek için bilet almaya değmez gibi geldi Royal Baths ile karşılaştırıldığında.
Bana yereller tarafından önerilen bir de Modern Sanat Müzesi vardı ancak biz ona gidemedik. Yeri değişmiş, Bilim ve Kültür Sarayı’na yakın bir noktada yer alıyor.
Varşova’daki kafe, restoran ve barları yazdığım diğer yazılarım için buraya tıklayabilirsiniz.