Lviv ile ilgili genel yazımda bahsettiğim gibi Polonya, Nazi ve Sovyet rejimleri döneminde işkencelere tanıklık eden hücrelerin bulunduğu 127 yıllık geçmişi olan bir hapishane burası.
Hücrelerin isimleri İngilizce olarak da yazıyor. Örneğin, “Condemned Cell” (Ölüm Hücresi) adından da anlaşılacağı gibi idam için bekleyenler mahkumların konulduğu hücreymiş.
Hapishanenin ikinci katında görevli yaşlı bir teyzeyle karşılaştık, sağolsun bizi oldukça bilgilendirdi. Örneğin duvardaki resimlerin kadın bir mahkum tarafından yapıldığını öğrendik, bunu bilmeseniz de resimler acı ve karmaşayı yansıtıyor zaten. Duvarda asılı olan bir diğer şey de isimlerin bulunduğu upuzun listeler, ölenler/öldürülenlerin isimlerinin yanına listelerde tik atıyorlarmış. 1941’den itibaren toplu öldürülmeler gerçekleşmiş. Sovyet- Almanya savaşı başladığında 6 günde 4000 kişi öldürülmüş, 1681’i de bu hapishanede kalıyormuş. Ukraynalılar’ın yanısıra Polonyalı ve Yahudiler de öldürülenler arasındaymış. Ölenlerin birçoğu Lychakiv Mezarlığı’na gömülmüş. Alman işgali sırasında da toplu öldürmeler devam etmiş. Lviv Bölgesi’nde 133000’i Yahudi olmak üzere 700000 insan öldürülmüş.
Hapishanede mahkumlar hijyenik olmayan koşullarda kalıyormuş, hücrelere su verilmediği gibi 8 ayda bir kez banyo yapma hakkına sahiplermiş. Tabi bunun sonucunda da Tifo virüsü sarmış hapishaneyi. Hastalananlar öldürülürken sağlıklılar da toplama kamplarına gönderilmiş.
Sovyet Dönemi’nde işkenceler sadece sorgu sırasında değil, rutin bir şekilde yapılıyormuş. Mahkumları yıldırmak ve bilgi almak için ışıklar ve kapılar açık tutularak uyumaları engellenmeye çalışılıyormuş.
Hücrelerin birinde mahkumların kaçmak için içeriye sokmaya çalıştıkları kazma kürek gibi küçük aletler yer alıyor. Bir diğeri müfettişin odası olarak sergileniyor. Beni en çok etkileyen odalardan biri mahkumların fotoğraflarının ve fotoğrafların altında yaşadıklarını anlattıkları yazıların bulunduğu hücreydi. Kadın bir mahkum 10 yıl sonra eşyalarını verilip çıkma vaktinin geldiği söylendiğinde bütün gençliğinin burada heba olduğunu söylemiş. Bir erkek mahkum ise kendisine işkence edildiğinde Tanrı’ya adil bir ölüm için yalvardığını, bir başkası da bağımsız bir ülkede öleceği için mutlu olduğunu söylemiş. Bu hücreden çıkarken gözlerim dolmuş, tüylerim ürpermişti; Dachau‘da hissettiklerime benzer hisleri yaşadım. Üstelik savaş durmuyordu, bütün bu acı tarihe rağmen bir başka yerde başka bir sebeple patlak veriyordu. Son yıllardaki Rusya ile savaştan dolayı Sovyet döneminde eşyaların bulunduğu hücredeki eşyalar Rusya tarafından alınmış, hatta müze bir süre kapatılmış. Taksicinin söylediklerine göre Amerika Ukrayna’yı atom bombası yapması için kışkırtırken Rusya bu kadar yakınında böyle bir tehdit istemiyormuş.
Normalde müzenin 3. katına misafirler çıkarılmıyormuş, ancak teyze bizi sevdiğinden o kata da çıkardı. Bu katta daha yaşlılar kalıyormuş, çünkü hem hücreler hem lavabolar daha iyi haldeymiş; ancak maalesef ses gitmesin diye tüm duvarların minderlerle kaplandığı işkence odası da bu kattaymış. Tam bir trajedi.
Girişi ücretsiz.
Adres: Stepana Bandery Street, 1 (Girişi Karla Briullova Sokağı’nda; maps.me haritasında Nazi-Soviet Museum diye geçiyor.)