Dublin’in yeşil yüzüyle tanışmak ister misiniz? Karadeniz varken ne yapalım Dublin’i diyebilirsiniz ama Dublin’e gitmişken özellikle Wicklow bölgesini görmeden dönmeyin derim. En azından bu bölgenin turizm açısından önemini ve nasıl korunduğunu görmüş olursunuz; bizde turistik olanın mahvedilmesi genelde kaçınılmaz olduğundan bu önemli bir fark diye düşünüyorum.
Dublin’e yakın bir mesafede bulunan Drogheda şehri ise İrlanda-Türk ilişkilerine dair önemli bir tarihe tanıklık edebileceğiniz adres. İrlanda’da Türkleri tanımalarının tek sebebi çok fazla Türk’ün çalışmaya gitmiş olması değil, daha önce hiç duymadığım bir sebebi daha varmış.
Dublin’de şehir merkezinde konaklamadık, daha çok yerlilerin tercih ettiği; dolayısıyla şehir merkezinden iş çıkışı saatinde arabayla gelmek istemeyeceğiniz bir yer olan Sandyford’da konakladık. Sandyford merkeze ulaşım kolaylığı ve kocaman AVM’si ile konaklama için uygun yerlerden biri.
Bir de sizi Dublin’in en eski geleneksel pub’ına götüreceğim; Johnnie Fox’s Pub.
Wicklow
Wicklow; Dublin çevresinde yeşile doyabileceğiniz bölgelerden. Biz bu bölgede Glendalough, Powerscourt Waterfall ve Powerscourt House & Gardens’a gittik. İlk olarak en beğendiğimiz yerden; Glendalough’dan başlayacağım.
Glendalough
Glendalough‘da ortaçağdan kalma dini bir şehre ait kalıntılar, Upper Lake & Lower Lake olmak üzere iki göl ve ağaçlar arasında bir yürüyüş yolu sizleri bekliyor. Biz “Lower Lake” çevresini turladık ve yine sadece birkaç saatte 4 mevsimi birden yaşadık. Glendalough bölgesi birçok filme de ev sahipliği yapmış bir yermiş, örneğin “P.S. I Love You” filminin tanışma sahnesi de burada geçiyormuş.
Glendalough’daki ortaçağdan kalma dini şehir Aziz Kevin tarafından kurulmuş, doğru duydunuz azizin adı Kevin. Kulağa oldukça modern bir isim gibi gelen Kevin, aslında pek de modern değilmiş; şehrin 1500 yıl öncesinden bugünlere geldiği düşünülürse ismin de oldukça eski olduğunu söyleyebiliriz. Şehirde birkaç katedral, kilise, mezarlık ve hem savunma amaçlı hem de gelen keşişler şehri kolay bulsun diye yükselen bir kule de mevcut. Yeşilliğin içinde, kalabalıktan uzakta bir şehir; keşiş olmak için daha huzurlu bir yer bulunamazdı herhalde.
Söylediğim gibi biz sadece Lower Lake çevresindeki yürüyüş yolunu takip ettik ancak Upper Lake’e de yürüyerek ulaşılabiliyormuş; vaktiniz varsa burada daha uzun kalacak şekilde plan yapın bence. Upper Lake’in daha büyülü olduğu ve çevresinde bazı yeme-içme mekanları olduğu yazılmış. İsterseniz tepelere çıkıp, göle bir de tepeden bakabilirsiniz.
Lower Lake çevresinde manzarayı bozacak neredeyse hiçbir şey yok; gölün kıyısında birkaç ev doğayla adeta bütünleşmiş ve manzarayı daha da güzelleştiriyor. Turistler çok geliyor, şuralara para kazanmak için iki masa atalım, kocaman bir otel dikelim demek yerine koruyalım ki gelmeye devam etsinler demişler.
Gelelim asıl önemli noktaya; uslu bir çocuk olursanız geyikleri ve ceylanları da görebilirsiniz. Gözünüzü açık tutun; çünkü nerede karşınıza çıkacakları hiç belli olmuyormuş:)
Powerscourt Waterfall
Dublin’in en yüksek şelalesi (212 metre); bizimkilerle kıyaslarsanız hayal kırıklığına uğrarsınız o başka. Bence burada şelaleden çok göğe uzanan değişik türlerde ağaçlar ilgi çekiyor. Karadeniz’de bile bu kadar uzunlarını görmemiştim sanıyorum. Elbette fotoğrafla ihtişamlarını anlatmak mümkün değil, yanında durup kafanızı kaldırdığınızda anlıyorsunuz.
Şelalenin biz gittiğimizde su oranı çok da iyi değildi, sanıyorum ilkbaharda çok daha coşkulu akıyormuş ama o dönemde gitmek de sıcak hava şartlarına alışık bizler için pek doğru tercih olmasa gerek.
Buradaki en tatlı şey de adeta çizgi filmlerden fırlamış bir minnak fareciğin yanımıza gelmesiydi. Doğal ortamında görünce çok tatlı olabiliyorlar:)
Şelaleye giriş ücretli; ayrıca gideceğiniz döneme göre açılış/kapanış saatlerine dikkat etmekte fayda var.
Powerscourt House & Gardens
Viyana’daki Schönbrunn Sarayı’nı ve bahçelerini bana anımsatan bu yer, son günümüzde Avrupa’da olduğum hissiyatını uyandırdı:) Avrupa’daki saray örneklerini gördüyseniz, buradaki sizi tatmin etmeyebilir elbette ama bahçesi oldukça büyük, her yeri görmek isterseniz birkaç saat ayırın.
Bahçelere bakan Avoca Terrace Cafe’de ise çay ve tatlı eşliğinde manzaranın tadını çıkarmak mümkün.
Girişi ücretli, sezondan sezona değişiyor.
Johnnie Fox’s Pub & Restaurant
Dublin yazımı okuduysanız publarla çok da aramın olmadığını anlamışsınızdır ancak Glendalough gezimiz dönüşü Dublin’in en eski geleneksel pub’ı olan bir yere uğrayalım mı denince elbette hayır demedim.
Buraya adımınızı atar atmaz gerçekten çok eskiden beri orada olduğuna inanıyorsunuz; her yer eskilik kokuyor, eskilerden kalma eşyalar, duvarda çok eski fotoğraflar ve yazılar… Kendinizi fazla modern hissedip ortama uyumsuz kaldığınızı düşünmenize neden olacak bir eskilik. Neyse ki genç garsonlar bu havayı biraz da olsa dağıtıyor. Onlar da tam birer İrlandalı, fazla üstlerine giderseniz sizi tersleyecek gibi duruyorlar.
Burası birkaç odadan oluşuyor, bar bölümü ve yemek yenen bölümler mevcut. Bizim oturduğumuz bölümde İrlandalı bir ailenin gençlerinin toplaşması olduğuna inandığımız bir grup oturuyordu. Yemekler geldikçe verdikleri tepkiler oldukça havalı olduğundan biz de merakla yemeklerimizi bekler olduk. Kuzu eti severler için birçok damak tadınıza uyacak güzel tercihler var. Biz klasik bir tercih yaparak fish&chips yedik, Edinburgh’da yediğimize göre biraz ağır geldi. Porsiyonlar büyük ama fiyatlar da bir tık pahalı.
Drogheda
Drogheda’ya gezmek için değil, şehir merkezinde asılı olan tabelayı görmeye gittik. Tabelada İrlandalılar’dan Türkler’e teşekkür yazısı yer alıyor.
19. yüzyılda patateslere dadanan bir bakteri yüzünden İrlanda’da kıtlık yaşanıyor ve binlerce insan açlıktan ölüyor. Sultan Abdülmecid de Kraliçe Victoria’a 10,000 Pound’luk bir yardım göndermek istiyor ancak yardım Victoria’nın bu konu için ayırdığı bütçeden fazla olduğundan kraliçe bu yardımı kabul etmiyor. Bunun üstüne tahılları gemilere yükleten Abdülmecid, tahılların yanı sıra 1000 Poundluk da bir yardım gönderiyor. Bu gemi birçok insanı ölümden kurtarıyor. Yıllar sonra bu olay, arşivlerden 1998-2001 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı Danışma Kurulu üyesi olan Taner Baytok tarafından açığa çıkarılıyor ve Drogheda’daki tabela da bunun üstüne asılıyor.
Bu hikayenin ayrıca şöyle bir yanı da varmış. Lozan’da Avrupa ülkeleri aleyhimize oy verirken, İrlanda temsilcisi her maddede Türkiye lehine hep oy vermiş. Bu durum da görüşmeler sırasında orada olan Yahya Kemal’in ilgisini çekip temsilciye nedenini sorunca temsilci Türkler’in yaptıkları yardımı hatırlatarak her İrlandalının böyle yapmaya mecbur olduğunu belirtmiş.
Belki de bu hikayenin İrlanda’nın Türklerin en çok çalıştığı yerlerden biri olmasında, Türk olduğumuzu söylediğimizde Türkiye’ye gelmemiş ya da Türk arkadaşı olmayan bir teyzenin bile sıcakkanlı yaklaşımında etkisi vardır. Tarihte yapılan kötülükler kadar iyilikler de unutulmayabiliyor anlaşılan.
Drogheda-Dublin arası yaklaşık 1 saat sürüyor, biz Belfast’tan Dublin’e geçerken buraya uğradık.
Sandyford
Sandyford bizim konakladığımız IMI Residence’ın da bulunduğu yer; ama buranın internet fotoğraflarına aldanıp gideyim demeyin. İnternette araştırınca oldukça yeni ve güzel gözüken bu mekanın bahçesine girdiğinizde doğru yere geldiğinize emin olamıyorsunuz; adeta bir yurt havasında. Sessiz, sakin ama 4 yıldızı nasıl aldıklarını hiç anlamış değilim; burada yıldız parayla mı dağıtılıyor acaba?
Neyseki otel iyi olmasa da odaları fena değildi. Bir de 15 dakikalık yürüme mesafesinde Dundrum Alışveriş Merkezi bulunması ve yeme-içme, market ve alışveriş gibi ihtiyaçlarımızı karşılaması iyi oldu. Primark (İrlanda’daki adıyla Penneys), bu AVM’nin en uzun saat açık olan mağazası sanıyorum.
Bu alışveriş merkezinin karşısından şehir merkezine tramvay var, kısa sürede merkeze ulaşmak mümkün ama biraz kalabalıklar. İstasyonda bilet makineleri mevcut, gidiş-dönüş biletine 5,70 Euro verdik.
Sandyford’un diğer bir avantajı ise Wicklow bölgesine yakınlığı. Son gün turun kalkışına geç kalacağımız korkusuyla dakika tuttuğumuzdan 20 dakikadan az sürdüğünü biliyorum:)
Sonuç olarak Dublin çevresi en az merkezi kadar güzel, gitmişken vaktiniz varsa bizim gezdiğimizden fazlasını da gezerek doğanın tadını daha çok çıkarabilirsiniz.