Belçika’nın başkenti Brüksel, tarihi meydanları, çikolata kokan sokakları ve Avrupa’nın kalbinde yer alan canlı atmosferiyle kısa süreli seyahatler için ideal bir şehir. Ben de Brüksel’de geçirdiğim iki günde müzelere vakit ayıramasam da şehrin neredeyse tüm turistik noktalarını keşfetme fırsatı buldum. Grand Place’in büyüleyici mimarisinden Brüksel Parkı’nın huzuruna, Manneken Pis’in eğlenceli detayından Avrupa Parlamentosu’nun modern yüzüne kadar pek çok noktayı gezdim. Bu yazıda Brüksel’de iki günde neler yapılabileceğine birlikte göz atalım.
Charleroi Havalimanı’ndan Brüksel Merkez Ulaşım
Charleroi Havalimanı Brüksel Havalimanı’na göre Brüksel’e uzak bir noktada. Şehir merkezine giden en popüler yöntemlerden biri Flibco otobüsleri. Havalimanı dışına çıktığınızda işaretleri (ya da insanları) takip ederek kolayca ulaşabiliyorsunuz. İçeride bilet alabileceğiniz self-servis makineler mevcut, dilerseniz online de alabilirsiniz. Bu seçenek özellikle Brüksel Midi’ye gidecekler için kolaylık, Brüksel’de Midi’nin hemen karşısında duruyor. Yolculuk yaklaşık 1 saat sürüyor. Bu arada online alırsam önceki saate binemem gibi bir korkuyla almamıştım ama önümdeki kadın bu şekilde biniş yaptı.
Şehir merkezine en ekonomik yöntem ise A1 otobüsü ile Charlorei merkez tren garı’na giderek oradan Brüksel’e giden bir trenle geçmeniz. Otomatlardan “Charleroi Airport Ticket” alarak hem otobüs hem tren ücretini tek biletle halledebilirsiniz. Tabi bu yolculuğu 1 saatten yaklaşık 90 dakikaya çıkarmanız demek oluyor. Taksi fiyatları ise oldukça yüksek olduğundan tavsiye etmeyeceğim bir ulaşım.
Brüksel’de Konaklama
Brüksel’de konaklama için birçok bölge mevcut, bu da seçimi zorlaştırıyor. Ben ilk günümde Stephanie tarafında İbis Styles Brussels Centre Stephanie’e konakladım. Yazının ilerleyen bölümlerinde göreceğiniz üzere merkeze oranla çok daha fazla önerdiğim bir bölge. Hem kafeler hem alışveriş yerleri açısından oldukça hareketli bir yer ama merkez gibi kaotik ve pis değil. Otelden genel olarak memnun kaldım. Kahve-çay ücretsiz olmasını da ayrıca sevdim.

2. kaldığım yer ise tam Brüksel’in kalbinde yer alan İbis Brussels City Centre’ydi. Konum olarak çok merkezi olsa da Brüksel merkezdeki idrar kokusu bölgeyi sevmemeniz için yeter de artar. Ayrıca otel çok kalabalık olduğundan Accor’da late check-out hakkım olmasına rağmen sağlanamadı ve valizleri bırakmak da dolaba koyduğunuzdan sembolik de olsa ücretliydi. Bir daha tercih etmem.
Brüksel Gezi Rotası: 1. Gün Art Nouveau’dan Tarihi Merkeze
Birinci günümüzde Brüksel’in sadece turistlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda bir mimari başkent olduğunu keşfederek başlıyorum.
Stephanie ve Saint-Gilles: Art Nouveau’nun İzinde
Otelim Stephanie’de olduğundan gezime bu bölgeden başlıyorum ve Brüksel’e bayılıyorum, insanların neden sevmediğini başta anlayamıyorum. Evlerin güzellikleri, kafeler, dükkanlar, sokaklar… her şey çok güzel. Brüksel’in en şık bölgelerinden biri olan Stephanie, mimari meraklıları için adeta bir açık hava müzesi.
Maison Hannon & The Owl House: Brüksel’de gezilecek yerler listesinin en estetik noktaları. İçine girmeseniz bile dış cephelerindeki o büyüleyici kıvrımları ve detayları mutlaka fotoğraflamalısınız.

Hotel Solvay & Hotel Tassel: UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu yapılar, ünlü mimar Victor Horta’nın başyapıtlarıdır. Brüksel’in neden “Art Nouveau’nun Başkenti” olduğunu bu sokaklarda yürüdüğünüzde anlayacaksınız.
Place Poelaert: Şehre Tepeden Bakış
Palais de Justice (Adalet Sarayı): Avrupa’nın en büyük adliye binalarından birini görmeden geçmeyin. Devasa sütunlarıyla heybetli dursa daa şehrin bu bölümü bana çok gri geldi. Birden o mimari hava değişimini sevemedim.
Grande Roue (Dönme Dolap): “The View” olarak da bilinen bu dönme dolap, şehri kuş bakışı izlemek isteyenler için harika bir durak olarak görülüyor. Dönme dolabın orada bir DJ çalıyordu, arada böyle atraksiyonlar daa var sanıyorum.
Sablon Bölgesi: Antika ve Estetik
Buradan aşağıya doğru yürürken Brüksel’in en asil bölgesine giriyoruz:
Square du Petit Sablon: Heykellerle çevrili bu küçük bahçe tam bir huzur noktası. Renkli çiçekler, çiçeklerin arkasından tatlış ev görünümleriyle küçük ama sevdiğim bir nokta oldu.

Église Notre-Dame des Victoires au Sablon: Gotik mimarinin en zarif örneklerinden biri. Kilisenin içi de vitrayları ve kapı detaylarıyla hoş.
Barrio Sablon: Bu bölge antika dükkanları ve ünlü çikolatacılarıyla meşhur. Le Grand Oiseau – FOLON heykelinin oradan dükkanların olduğu küçük binaları fotoğraflamak keyifli. Buradaki sokaklar genellikle arnavut kaldırımlı.
St. Michael & St. Gudula Cathedral: Özellikle gün batımında güneş vurunca öyle güzel oluyor ki önündeki yeşil alandan çekince. Altın rengine bürünüyor adeta. Etrafındaki binalardaki detaylar da görmeye değer, şöyle bir çevresinde gezin ve önündeki parkta da soluklanın derim.

Brüksel’in En Fotojenik Sokakları: Rue de Rollebeek ve Rue des Éperonniers
Rue de Rollebeek: Tarihi evleri ve altındaki minik restoranlarla Brüksel’in en karakterli sokaklarından biri.
Rue des Éperonniers: Şapka dükkanları ve nostaljik vitrinleriyle adeta bir film setinde yürüyormuşsunuz hissi veriyor. Yukarıdan sarkan yeşillikli süslemeleri duvarlardaki resimler burasını adeta bir Instagram noktası haline getiriyor.

L’envol – Jacques Brel Heykeli: Bu iki sokak arasında geçiş yaparken Belçika’nın en ünlü sanatçılarından birine burada bir selam verebilirsiniz. Ben de kendisini tanımıyordum, heykeli çok hoş olunca bu vesileyle öğrenmiş oldum.
Tarihi Merkezin Kalbi: Grand Place ve Ötesi
Günün finalini Brüksel’in simge noktalarıyla yapıyoruz:
Grand Place: Grand Place, Brüksel’in kalbi dersem abartmış olmam sanırım, tüm turistlerin en az bir defa geçtiği meydan. Etrafını saran süslü lonca binaları, ihtişamlı Belediye Sarayı ve altın detaylarıyla her köşesi ayrı güzel. Kalabalık ve canlı, akşam ışıklarla birlikte masalsı bir atmosfere bürünüyor. Ben gittiğimde hava daha kararmamıştı ama pembemsi tonlarda aydınlatılmıştı meydanı çevreleyen tüm yapılar. Geceye kalamadım ama eminim daha da güzel gözüküyordur, vaktiniz varsa ışıklandırmasını görmeyi de ihmal etmeyin.

Rue des Bouchers (Kasaplar Sokağı): Yemek kokularının ve deniz mahsullerinin sokağı. Yemek yerleri dışında çok bir albenisi yok
Jeanneke Pis: Manneken Pis’in (İşeyen Çocuk) kız versiyonu olan bu heykel, meşhur Delirium Cafe’nin hemen yanında sizi bekliyor. Küçük bir heykel ama hikâyesi eğlenceli: Şehirdeki erkek figürlü heykellere bir “denge” getirmek için düşünülmüş.
Genelde ilk bakışta “bu muymuş?” dedirtiyor ama Brüksel’in mizah anlayışını ve kendini çok ciddiye almayan ruhunu yansıtıyor. Yanına geldiğinizde etrafındaki kilitlerle dolu korkulukları fark ediyorsunuz; insanlar burayı da kendi küçük ritüellerine dahil etmiş.
Galeries Royales Saint-Hubert: Lüksün ve zarafetin adresi olan bu pasajda çikolata vitrinlerine bakmak bile bir keyif. Tabi sadece bakmakla yetinmedim. Tabi İtalya’daki pasajlara gittiyseniz kıyasa değmez bence.
Brüksel Gezi Rotası: 2. Gün – Sanat, Siyaset ve Şehir Simgeleri
Brüksel’in Simgeleri: Manneken Pis ve Zinneke Pis
Güne şehrin en ünlü (ve en küçük!) sakiniyle başlıyoruz.
Manneken Pis: Brüksel denince akla gelen ilk durak. Fotoğraflardan hep daha büyük sanılıyor ama yanına gidince insan biraz gülümsüyor. 17. yüzyıldan beri orada duruyor olması çok enteresan bir his. Bu kadar çok işeyen heykel sembolü olunca mı insanlar sokağa işiyorlar? St Catherine civarı ve merkezde bazı sokaklar öyle fena kokuyor ki…

Manneken Pis’e zaman zaman farklı kostümler giydiriliyormuş ve özel günlerde bambaşka bir karaktere bürünüyormuş. Büyük beklentiyle giderseniz “bu muymuş?” diyebilirsiniz, yine de Brüksel gezisinin tatlı ve hafif absürt duraklarından biri.
Zinneke Pis: Manneken ve Jeanneke’den sonra bu “işeyen köpek” heykelini bulmak, rotaya eğlenceli bir lokal dokunuş katıyor. Köpeğin yanında köpek gibi tek ayağını kaldırıp poz verenler bulmak da mümkün.
Şirinler Pasajı (Galerie Horta): Pasajın tavanındaki dev Şirinler figürünü görmeden geçmeyin; Belçika’nın çizgi roman kültürünü hissetmek için harika bir nokta.
Kraliyet Tepesi: Mont des Arts ve Saray
Şehrin en asil bölgesine tırmanıyoruz:
Mont des Arts (Sanat Dağı): Brüksel’in o meşhur bahçeli manzara karesini buradan çekiyoruz.

Brüksel Kraliyet Sarayı (Palais Royal): Belçika monarşisinin resmi sarayı. Hemen karşısındaki Parc de Bruxelles, şehir içinde tam bir vaha. Kraliyet Sarayı’ndan Passerelle Tondo’ya geçerken kısa bir sakinlik ve yeşillik molası.
Chamber of Representatives & Passerelle Tondo: Siyasi binaların arasındaki o fütüristik, yuvarlak köprü (Tondo) mimari fotoğraf meraklıları için gizli bir hazine.

Congress Column: Belçika’nın bağımsızlığını ve anayasasını simgeleyen bu anıt, şehrin görkemli duraklarından.
Le Botanique (Botanik Bahçesi): Şehrin ortasında camdan bir saray gibi yükselen bu eski botanik bahçesi, günümüzde popüler bir kültür merkezi. Hem mimarisi hem de huzurlu bahçesiyle civardaysanız ziyaret edilebileceklerden ama botanik kısmı adına çok bir şey kalmamış.

Brüksel’de Alışveriş
Rue du Bailli: Yerel dükkanlar ve hediyeliklerle dolu bu cadde oldukça hareketli, üstelik birkça hediyelikçiye bayıldım. Oxfam ve Rose Bruxelles’de çok tatlış şeyler vardı. Ayrıca kafe/barlar açısından da oldukça hareketli bir nokta.
Saint Gilles: Chau. de Charleroi üzerinde de bazı dükkanlar bulunuyor, bunlardan biri hem vintage hem tasarım ürünler satan Yumman.
Avenue Louise: Bu caddede de bilindik üst segment ve orta segment markalar yer alıyor. Hugo Boss’tan Oysho’ya birçok markayı burada bulabilirsiniz.
Alışveriş Finali-Rue Neuve: Brüksel’in en popüler alışveriş caddesi. Rue Neuve, ünlü markalardan yerel dükkanlara kadar her şeyi bulabileceğiniz canlı bir cadde. Yalnız bu cadde idrar kokusunun en yoğun olduğu yerlerden maalesef.
Sonuç olarak Brüksel’i ilk gün çok sevip ikinci gün neredeyim ben oldum bazı yerlerde. Yine de Stephanie tarafında daha çok keşfedilecek kafe ve dükkan var, tekrar yolum düşebilir yani. Brüksel’deki en güzel kafeler içinse böyle buyrun. Diğer Belçika yazılarım içinse buraya tıklayınız.