Napoli’ye tekrar gitme sebebim olan Amalfi kıyıları… Filmlerden hayranlık duyduğum, fotoğraflarla da merakımın oldukça arttığı yerlerdi. Napoli yazımda da anlattığım gibi buralar aynı zamanda turla gitme nedenimizdi. Amalfi kıyılarını araba kiralamadan bu kadar kısa sürede kendi kendimize gezmek mümkün olan bir seçenek değildi sanki. Keza gittiğimizde de bunun doğrulandığını gördük. Peki, Amalfi kıyıları beklediğim kadar güzel miydi yoksa fotoğraflarının yanında sönük mü kaldı?
Yüksek sarp kayalıklar, bu kayalıkların üstünde kurulmuş kıyı şehirler, tepeden çek çek bitmeyen manzaralar… Dar yollar, kayalıkların içinden geçen tüneller, iki otobüs karşılaşınca ustalıkla yapılan manevralar… Bazılarınıza Amalfi kıyılarını gezmediğiniz halde bu söylediklerim tanıdık geldi değil mi? Yeni Karadeniz turuna çıkmış biri olarak bana bazı manzaralar çok tanıdık geldi, ister istemez kendimi kıyaslarken buldum. Akdeniz ikliminde Karadeniz kıyılarında dolaşıyormuşum gibiydi… “Memleketim gibisi yok” söylemleri bana göre değil, ama Karadeniz’in kıymetini bilemediğimizi ilgili yazımda da söylemiştim, yine söylüyorum. Doğu Karadeniz’den sonra buralar o kadar da büyüleyici gelemedi ama haklarını vermek lazım,her zaman olduğu gibi bize kıyasla doğayı koruma noktasında daha hassas davranmışlar. Keşke biz de biraz bu özelliklerini örnek alabilsek. Yine de fotoğraflarının yanında sönük kaldı diyemem, gidin görün bence:)
Amalfi kıyılarında ilk durağımız Sorrento. Sorrento’ya giderken ilk önce Limoncello tattığımız ve diğer limonlu ürünlerin satıldığı bir fabrikaya uğruyoruz. Limoncello’nun kremalısını tatmanızı öneririm, sek hali oldukça sert. Fabrikanın karşısından da manzarayı fotoğraflıyoruz. Buraya gelmeden arabayla olsak kesin dururduk dediğim kaç nokta geçtik sayamadım, durduğumuz yerden çok daha güzel manzaralar da gördük.
Sorrento hem çok tanıdık hem değil, sanki en çok Ege ve Karadeniz karışımı hissini yaşadığım yerlerden biriydi. Meydanlarında ve renklerinde İtalya’da, sarp kayalıklarına bakarken Karadeniz’de, hediyelik mağazalarının bulunduğu dar sokaklarında ise Türkiye’de bir Ege kasabasında, portakal/limon ağaçlarının yanından geçerken de Akdeniz’de hissetmek mümkün. Aşağıdaki fotoğraf İtalya’nın ünlü şairlerinden birinin adını alan Tasso Meydanı’ndan. En sevdiğim manzaralardan biri oldu benim için.
Tasso Meydanı’ndan Sorrento’nun dar sokaklarına dalarsanız, birçok ünlüyü de ağırlamış olan Pasticceria Primavera’yı görebilirsiniz. Açıkçası ben ünlülerin ziyaret etmesiyle tanınan mekanlara çok güvenmem ama yine de aşırı kalabalık olmadığından bir şans vermek istedim. Hem çikolata ve limon kremalı cannoli hem de limon kremalı puf kekinden tattık, cannoli tatlısı İtalya’da şimdiye kadar yediğim en iyi ve en hafif cannoliydi. Limon kremalı keki de fena değildi ama Güney İtalya’daki diğer tatlılar gibi biraz fazla tatlı.
Bir de bu dar sokaklardan birinde Nino & Friends var ki tesadüfen girdiğimiz bu yerde kurabiyelerden şekerlemelere, fıstık ezmesinden daha beklesek ne tattıracaklardı acaba diye düşündüğümüz bir sürü lezzete ev sahipliği yapan yer. Ben daha çok limonlu ürünlerinden tattım, hemen hepsinden memnun kaldım ancak fiyatlar Euro olarak uygun olsa da TL muadili biraz yüksekçe kaldığından elim gitse de kendi durdurup satın almadım. Yine de içine girip ürünleri tatma zevkinden kendinizi mahrum bırakmayın derim. Buranın bir küçük şubesi de Capri’de.
Dar sokakların sonunda da bir kilise, kilisenin biraz ilerisinde de seyir terası mevcut ama manzara yol boyunca o kadar güzeldi ki seyir terasındaki bizi hiç kesmedi.
Alışveriş için de en uygun yerlerden biri Sorrento, hem mağazalar hem hediyelikler açısından burayı değerlendirmenizi öneririm. Makarnalarınız için soslardan limonlu ürünlere, magnetlerden süslere birçok seçenek mevcut. Kıyafet alışverişi için de farklı fiyatlar da seçenekler var.
Positano ise sadece tepeden baktığımız ama bakmaz olaydık dediğim yerlerden. İmar konusunda bize kötü diyenler bir de burayı görsün, nedir bu ev yığını. Tamam, renkliler falan ama yok öyle tepeden hiç de hoş bir manzara değil bence.
Amalfi de uzun vakit geçirdiğimiz kasabalardandı. Yılbaşı süslemeleri, kıyıda oturma keyfi, çek çek doyamadığımız manzara resimleri hep Amalfi’deydi. Çok da sevmemiştik Amalfi’yi oysa:)
Amalfi’ye gidince ara sokaklara dalın, arka sokaklarına da göz atın derim. Amalfi Katedrali’ni fotoğraflayın. Sonra sahile inip fenerin ucuna gidin, kafanızı kaldırıp şehre şöyle bir bakın, hatta mümkünse şehrin ışıklandığı zamana kadar bekleyin ve bu anın keyfini çıkarın. Dönüşte kıyı boyunca kurulan pazar/sokak satıcılarında pazarlık edin, bir şeyler tadın. Vaktiniz varsa biraz da sahil kıyısında oturun. Yemek için farklı seçenekler mevcut, biz C.i.c.a’dan ekmek arası kalamar tercih ettik, hem uygun hem de doyurucu bir lezzetti.
Son durağımız olan Ravello‘ya gittiğimizde ise hava iyice kararmıştı ama İtalyan arkadaşımın da tavsiyesi olan bu yeri görebilmemiz için çaktırmadan baskı yapmış olabilirim. Elbette karanlık ve zaman kısıtı nedeniyle her yerini gezip çok bir şey anlayamasak da meydanı yılbaşı ışıklandırmalarının etkisiyle oldukça güzeldi. Yılbaşı ruhunu en çok hissettiğim yerlerden biri oldu; ışıklandırılmış meydan, kilise, basamaklar ve kocaman bir yılbaşı ağacı… Anladığım kadarıyla şehirde birçok klasik müzik konseri de gerçekleşiyor. Bir de karanlıktan göremediğimiz güzel bir manzarası varmış, söyleyenlerin yalancısıyım.
Amalfi kıyılarına bence bir de bahar aylarında gelmek lazım, çiçeklerin yeni açtığı, hatta denizin de tadını çıkarılabileceği aylarda. Yazın gelmek ise büyük risk, çünkü trafik çok kötü oluyormuş. Keza biz trafik yokken bile bütün bir günde bu kasabaları gezmeyi zor bitirdik. Bir de Positano’ya uğrasaydık, gece otele varırdık sanıyorum. Yine de seçim sizin, ben sadece uyarayım.