Adana’ya ilk günübirlik gidişimizin ardından bu sefer kalmalı gidip hem lezzetlerini daha çok tatmak hem de daha önce gidemedeğimiz Varda Köprüsü ve Kapıkaya Kanyonu’nu görmek istemiştik. Lezzet kısmını başardık ancak Varda Köprüsü kısmı bir başka sefere kaldı. Bu arada haftasonu dedim ama aslında Cuma-Cumartesi günleri Adana’daydık ama Cuma’yı da haftasonundan sayabiliriz bence. Adana’ya ilk ziyaretimiz tarihi ve turistik yerleriyle birlikte farklı lezzet duraklarını da içeriyor, yazıma buradan ulaşabilirsiniz.
Adana’da İbis Otel‘de kaldık, hem uygun fiyatlı hem de merkezi bir noktada olması nedenlerinin yanı sıra İbis’e alışık olduğumuzdan bu yönde bir tercih yaptık. Gittiğimizde çok erken olduğundan odaya yerleşemedik ve kahve içmek için kendimizi yollara atıp Kahve Dünyası’na gittik. Biliyorum farklı bir yer bulamadınız mı diyor olabilirsiniz ama Adana’nın Bağdat Caddesi gibi olan Ziyapaşa Bulvarı zaten tanıdık yerlerle dolup taşıyor. Tchibo, Özsüt, Mado, Kahve Dünyası seç beğen al, otantik bir yer vardı da biz mi gitmedik.
Kahvemizi içip otele yerleştikten sonra Seyhan Nehri kıyısına attık kendimizi. Görkemli Merkez Cami‘nin etrafında atlı polisler, drone’lar doluydu; bir Cuma namazı klasiği mi yoksa bir etkinlik mi vardı bilemiyorum. Seyhan Nehri boyunca yürüyüp ilk gidişimizde oturmaktan keyif aldığımız Sahil Kafe & Çay Bahçesi‘ne gittik. Bu sefer haftaiçi olması dolayısıyla daha sakindi, huzurla kayıkları ve ördekleri izledik.
Dönüşte karnımız iyice acıkmıştı, kebapçıların önünden geçe geçe ona mı gitsek buna mı derken Birbiçer Ciğer & Kebap‘a geldik. Aslında ciğeri daha meşhurmuş ama biz kebabını da afiyetle mideye indirdik. İkramlar bir Adana klasiği olarak bolca ve lezzetliydi. Servis de kalabalık olmasına rağmen hızlı.
Vardar Köprüsü için hem gara gidip tren baktık hem de taksiye sorduk. Tren sağolsun sadece akşam saatinde tek seferdi. Taksi ise gidiş dönüş beklediğimizden uygun fiyat vermekle birlikte zaman kısıtı olan bir günde gitmememizi ve suyun içine gireceğimizden terliklerimizi yanımıza almamızı önerdi. Terliğimiz de yoktu zaten.
Akşam için ne yapsak derken aklımda bir yerde Adana’da Candan Erçetin çıkacağı kalmış, daha o zaman Adana’ya gideceğimiz belli bile değildi. Şansımıza denk gelince apar topar bilet aldık. Böylece Çukurova Üniversitesi Açıkhava Tiyatrosu‘nda uzun zamandır pandemi nedeniyle yapamadığımız bir klasiği gerçekleştirdik. Gece çok keyifli geçse de dönüşte Harbiye Açıkhava’nın önündekilere benzer bir şekilde sıra sıra taksi bulamayınca biraz keyfimiz kaçtı. Adana’da sağolsun her ailenin birden fazla arabası var nerdeyse, biz kös kös üniversie güvenliğine yürüyüp ne yapacağız diye dert yakındık. Sağolsunlar uzaktan bir noktadan da olsa taksi çağırdılar. Adana’daki taksilerin en iyi yanını da bu vesileyle paylaşayım; nereden gelirlerse gelsinler taksimetreyi sizi aldıklarında açıyorlar. Harika değil mi? İstanbul’da ellerinde olsa yeni müşteriye kadar gideceği yerin parasını bile alırlar.
Ertesi gün Vardar planlarımızın gerçekleşmeyeceğini anlayınca bari Seyhan Baraj Gölü’ne gidelim dedik. Otelimizin taksi durağında Varda Köprüsü’nü sorduğumuz taksiciye gidip Baraj Gölü‘ne gitmek istiyoruz deyince önce bir bocaladı ama sanıyorum bizi götürecek daha iyi bir yer bulamadığından suyu kurumuştur ama götüreyim, Çoban Dede’yi ziyaret edersiniz dedi.
Seyhan Baraj Gölü’ne gittiğimizde niye götürmek istemediğini anladım. Mekan desen yok, su desen yok, Çoban Dede desen yokuş. Türbe ziyareti için değer mi? Yapacak bir şey bulamayınca değiyor işte. Dönüşte de taksicimiz beni çağırın dediğinden aradık geldi sağolsun.
Bize yolda da tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmedi. Cezerye için Uğur’u, kebap için de Elem’i önerdi. Önce Uğur’dan karışık cezeryelerimizi aldık. Sonra Ramazanoğlu Medresesi’nin avlusunda bir şeyler içmek için soluklandık. Ardından Elem Ziyapaşa Restoran’a gidip kebaplarımızı yedik, humusu da meşhurmuş sanırım ama ben çok daha güzel yapıyorum. Birbiçer mi Elem mi derseniz lezzet olarak Birbiçer ama şık bir mekan olsun derseniz Elem’i tercih edebilirsiniz.
Adana’da bir tatlı da yemeyelim mi deyince tatlı adına hiçbir düzgün öneri bulamadığımızdan Doğan Kaymaklı Kadayıf‘a gittik. Kaymaklı kadayıf ve normal kadayıf aldık, kaymaklı dendiğine bakmayın adeta dondurmalı gibi hafif ama bence normal kadayıfı çok daha güzeldi.
Dönüş vaktimizi de Atatürk Parkı‘nda kahvelerimizi yudumlayıp sonrasında da ışıklandırılmış ağaçların arasında oturarak geçerdik. Daha önceki gidişimizde kuruyemişlerini çok beğendiğimiz Nadir Kuruyemiş‘den de bavulumuza yer fıstığı ve Antep fıstıklarını attık. Musko‘dan da portakal kurusu aldım ama henüz kullanma fırsatım olmadı.
Döndüğümüzde ise çok yemekten mi yoksa zehirlendim mi bilemiyorum ama tüm yediklerimi çıkardığım sıkıntılı bir gece geçirdim. Belki de sadece nazardır.